26-27 Nisan 2017 günü ülkemizde tüm ortaokullar ile lise ve ilkokulların bir kısmı tatil oldu. Çünkü sekizinci sınıf öğrencilerimizin Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş sınavlarının ikincisini gerçekleştirdik. İki grup sınav notu, yılsonu başarı puanıyla harmanlanarak bir puan ortaya çıkarılacak ve bu puanla velilerimiz çocukları için lise tercihinde bulunacaklar. Ancak sınav sabahı ülke genelinde gözetmenlik yapan öğretmenlerimiz sınavın hiçbir ölçücülüğünün veya seçiciliğinin olmadığını gördüklerinde hayal kırıklığına uğradılar. Dolayısıyla TEOG-2 sınavını, sınavı gerçekleştirme amaçlarımız ile sınavın ölçme becerilerini karşılaştırarak yapmak gerekiyor.
Daha sonra ‘Bu TEOG sınavları acaba neden öğretmen başarısını ölçmede kullanılmıyor?’ cümlesini irdelemek gerekiyor.
Hatta TEOG sınavlarını acaba sadece öğretmen yeterliliğini ölçmek için kullanamaz mıyız, bunu da konuşmak lazım. Gerçi bir olguyu ölçmek bu kadar kolay olmasa gerek. Çünkü başarıyı etkileyen farklı faktörlerin de varlığını kabul etmek gerekiyor. Öğrenci hazır bulunuşluğundan, ailelerin eğitime bakışına kadar sonucu etkileyecek unsurların varlığını inkar edemeyiz. Yine de eğitim süreçlerinin verimliliğini ölçmek üzere hem öğrenciye, hem de öğretmene yönelik somut bir veri sağlama aracı olarak kullanılabilir. Diğer bileşenleri dipnot olarak sıralamak şartıyla.
İlköğretimin ortaokul bölümü ile ortaöğretim süresince tüm sınavlar merkezi olarak yapılabilir. Yeter ki bilimsel bir geçerliliğe sahip olsun. Ancak lise seçimleri için sınav yapmayı milli fıtratımıza, öz kültürümüze uygun bulmuyorum. Öğrencinin sekiz yıllık eğitim süreci sonucu ortaya çıkan sayısal veriler, zeka, yetenek ve kişilik belirleyici psikolojik ölçümler ve okulların psikolojik danışmanlık ve rehberlik servislerinin görüşleri öğrencinin kayıt yaptıracağı okul türünü belirlemek için yeterli olacaktır. Tabi ki bu sistem de bir deneme sürecine ihtiyaç duyacaktır. Ancak hali hazırdaki sistem çocuklarımızın kişilik gelişimleri bakımından tam bir cinayettir.
TEOG sınav sistemi sosyolojik olarak da sıkıntılar çıkarmaya devam ediyor. Eskiden mahalle kültürümüz vardı. Tüm öğrenciler mahallesindeki okula giderdi veya en yakın okula. Yürüyerek, cümbür cemaat gidilir, dönülürdü. Şimdi mahallelerde bir araya gelerek oyun oynayan, birbirlerinin evine giderek vakit geçiren mahalle gençleri de yok oldu gitti. O günlerde tabuta benzeyen öğrenci servisleri de yoktu. Gençlerimiz günün en değerli vakitlerini maalesef o taşıtlarda geçirmekte.
Her okulun aynı seviyedeki öğrencileri çatısı altında toplamasını istiyorsak seviye sınıfları yaparız. Önemli olan öğrenme ortamındaki eşitlik veya denklik değil midir?
Hem bu son sınavla geçerliliği olan bir sınav yaptığınızı mı düşünüyorsunuz? 2016’17 TEOG-2 sınavı hiçbir ölçme becerisi olmayan bir sınavdı. ‘Ey velilerimiz, gördüğünüz gibi öğrencilerinizi etüd merkezlerine göndermenize gerek kalmadı. Ne kadar da basit bir sınav yaptık, şahitsiniz değil mi?’ mesajını bilimsel-akademik bir çalışma olan ölçme-değerlendirme alanı üzerinden yapamazsınız. Eğer böyle yaparsanız, ‘Rotasyon uygulaması’ gibi Milli Eğitimin çözüm süreci olabilecek kadar değerli bir projeyi içinden çıkılamaz hale getirir, sonra da iptal edersiniz.
Sadece rotasyon da değil tabi ki. Değerler eğitimi, ders saatlerinin sürekli değişmesi, eğik el yazısı ve proje okulları uygulaması, OKS-SBS-TEOG süreçleri, yönetici atamalarındaki gel-gitler gibi birçok boşa harcanan enerji… Sayarken bile yorulacağımız kadar, hiçbir bilimselliği olmayan, bürokratların fantezisinden öteye gidemeyen kısa soluklu projeler. Türk Milli Eğitimi kuruluşundan itibaren bu şekilde yönetilmeye devam ediyor.
Eğitimin siyasi bir süreç olduğunu artık herkes kabul ediyor. Ancak politika ile uğraşanların, Türk milli eğitiminin temel probleminin, personel problemi olduğunu görmemeleri ne kadar büyük bir eksikliktir. Öğretmen ve yönetici yeterliliğine hiçbir siyasinin katkısı olmamaktadır. Oysa ki eğitim canlı bir organizma gibi sürekli gelişiyor ve çok girift bir bünyesi var.
Üniversite, vakıf ve özel kuruluşlar eliyle acaba öğretmen eğitimi, öğretmenin tüm çalışma hayatına yayılamaz mı? Öğretmenler odasında otururken ‘Biz ne dayaklar yerdik, bu nesil de ne kadar bozuk!’ cümlelerini duymaktan bıktık. Bu serzenişler, öğretmen kitlemizin çağın gerisinde kaldığını gösteren en basit ve çarpıcı örnekleridir.
Sınıf yönetimi, soru hazırlama teknikleri, eğitim araçları ve teknolojileri, branşlarımıza dair güncel entelektüel tartışmalar, yeni çıkan kitaplar, öğrenci psikolojisi üzerine yayımlanan son makaleler… öğretmene sunulması gereken o kadar alan var ki. Her biri zevkle bu çalışmalara katılacaktır. Yeter ki bakanlık yetkilileri öğretmenine neyi niçin yapmaya çalıştığını net bir şekilde anlatsın. Ne 4+4+4 anlatıldı, ne de eğitim paradigmalarındaki değişiklikler. Yine de elimizden geldiğince uygulamaya çalıştık.
Personelimizin gelişim problemini çözdüğümüzde Milli eğitime dair sıkıntıların çoğunu yok ettiğimize şahit olacağız. Halkı tedirgin eden performansa dayalı sistem, sözleşmeli memuriyet, tüm okulların özelleştirilmesi gibi teorileri de ortadan kaldırmış olacağız.
Lütfen tamamen bilimsel ölçütleri kullanarak projeler üretelim. Herhangi bir ülkenin sistemini veya oralardaki bir uygulamayı, sadece gelişmişliklerini baz alarak kopyala-yapıştır tekniği ile ülkeye ithal etmeyelim. Cumhurbaşkanlığı-Başkanlık sistemi, Türk siyasetinin öz üretimidir. Biz bu dönemde üretmeyeceğiz de, ne zaman üreteceğiz Allah aşkına?