Üniversiteyle ilgili tüm tartışmaların odak noktasında yer alan YÖK kaldırılıyor mu?
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, YÖK'ün son durumuyla ilgili açıklamalar yaptı. YÖK'ün tamamen kaldırılması yönünde değil yeniden yapılandırılması yönünde hamle yaptıklarını belirten saraç YÖK'ün küçültülmesi ve yeniden yapılandırılması çalışmalarının nasıl olacağını Vatan gazetesine anlattı.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, makamında VATAN’a şunları açıkladı:
– Yükseköğretim sisteminin yeniden yapılandırılmasını hedefliyoruz. Önce üçlü bir yapı kurulması, bu sacayağının kurulmasının ardından da 2547 sayılı YÖK Kanunu’nun sağlıklı bir zemin üzerinde değiştirilmesini öneriyoruz. Tabii ki takdir önce hükümet sonra da Meclis’indir.
– YÖK’ün kalkması değil ama küçülmesini öngörüyoruz. YÖK ile alakalı olumsuz bir algı var ve bu algıyı da biz sırtımızda taşıyoruz. Çok önemli ve başarılı işler yapıyoruz ama o algı değişmiyor.
– YÖK’ü daha küçük, daha verimli çalışan ve görev alanı daha belirlenmiş bir hale getirdiğimizde bu konunun eski hararetini kaybedeceğini düşünüyoruz.
Üçlü sacayağı
– Yeniden yapılandırılma derken biz üçlü bir sacayağı öngörüyoruz. En yukarıda Yükseköğretim Planlama ve Yönlendirme Kurulu, onun altında da YÖK ve Yükseköğretim Kalite Kurulu.
– Yükseköğretimin bütünüyle planlanması, denetilmesi, yönetilmesi şu anda YÖK’ün görevi ama bu planın hangi hedeflere doğru yapılacağı hususunda bir boşluk var. Oluşturulacak olan Yükseköğretim Planlama ve Yönlendirme Kurulu; Türkiye’nin hedeflerine göre, istihdamı da dikkate alarak, üst planlamayı yapacak, ana politikaları belirleyecek. Yani Yükseköğretim strateji planını bu kurul oluşturacak. Bu YÖK’ün üstünde bir yapı.
– Bahsettiğimiz; Bilim Sanayi, Kalkınma, Çalışma, Milli Eğitim, Sağlık, Maliye bakanları ile YÖK ve Kalite Kurulu Başkanlarının, bunların yanında TESK, TİSK, TOBB gibi STK’ların da temsilcilerinden kurulu bir üst yapı.
Başbakan başkanlığında
– Başbakan’ın başkanlığında olan bu kurul, istihdam ile ilgili Türkiye’nin uzun vadeli planlarına göre Yükseköğretim politikalarını tespit edecek ve YÖK’e diyecek ki, buna göre sen stratejini oluştur. BöyleceYÖK de, layüsel (sorumsuz) bir kurumsal yapı olmaktan çıkıp hesap verebilir bir kurum haline gelmiş olacak.
– YÖK’ün üstünde, YÖK’ün hesap vereceği bir kurum… Ve millete hesap veren Başbakan’ın başkanlığında ve kamunun dışında da paydaşların yer alacağı bir kurumsal yapı.
– Sacayağının üçüncü ayağı da YÖK’ün aldığı kararların çıktılarını yani sonuçlarını bağımsız bir şekilde denetleyecek Yükseköğretim Kalite Kurulu.
185 tane YÖK çıkar
– Yeni Yükseköğretim Yasası’nın ne şekilde olacağı hususu, ancak bu yapının teşkili ile oluşacak emin bir zeminde ortaya konabilir. Böyle bir alt yapı oluşturmadığımız taktirde, bir YÖK yerine 185 YÖK ile karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü YÖK’ü kaldırdığınızda yetkileri buharlaşmaz. Bu yetkileri siz ancak bir başka yere nakledersiniz. Naklettiğiniz taktirde de 185 tane YÖK olur. Öncelikle emin bir satıh oluşturalım. O da işte anlattığım yeni yapıyla mümkün.
– Önerdiğimiz yeniden yapılanma, YÖK’ün yetkilerinin önemli bir kısmının devri anlamına geliyor. YÖK’ün görev alanı daralacak ve YÖK ile ilgili algı da değişecek.
Dört işlem bilmeyenden mühendis!
– Evet, Yükseköğretim hayatının yeniden dizayn edilmesi gerekiyor ama Yükseköğretimi tek başına ele almak doğru değil. Yükseköğretim bir sonuçtur. Eğitim öğretim sürecinin nihai halkasıdır. Yükseköğretimin girdisi, lise eğitimin çıktıları üzerinde inşa edilir.
– Yükseköğretim olarak biz, hammaddemizi kendimiz üretmiyoruz. İsteniyor ki, cümle kuramayan öğrenciden iyi hukukçu yetişsin. Dört işlemi bilmeyenden yetkin mühendis yetiştirmemiz bekleniyor bizden. Ya da yabancı dil bilmeyene, üniversitede yabancı dil öğretmemiz isteniyor. Bu doğru değil.
İRAN ÖRNEĞİ
– İran ziyaretimde gördüm ki; bize oranla yokluklar içindeki, dünyaya kapalı bir ülkenin bilim hayatının hızı maalesef bizimkinden ileride. Mesela nano teknoloji alanındaki yayınlarının yeri o dünyada 7’nci sırada iken biz neden 20’nci sıradayız?
– Herkes zannediyor ki, 2547’yi kaldırırsak, iyi bir YÖK Yasası ile Yükseköğretim birden canlanacak. İyi bir yasa elbette önemlidir ama ondan daha önemlisi uygulamadır.
– Yükseköğretimin yeniden yapılandırılması konusundaki yasal düzenlemenin bir an önce çıkması konusunda umutluyuz. Zira hükümet yükseköğretimde kalite konusundaki çalışmalarımızı destekliyor.
‘Bütünleme’ yetkisine tepki!
– Zaten başladık… Bütünleme yetkisini üniversitelere bıraktık mesela. İlginçtir öğrencilerden tepki geldi buna. 50-d’li araştırma görevlilerinin daimi kadroya geçmelerine de üniversiteler karar versin dedik. Keza, sene ortasındaki yatay geçişler konusunda… Yetkimizi devrettik, ona da tepki geldi.
– YÖK’ün yetkilerinin genişliğini eleştirenler, şimdi yetkilerini devretmesini eleştiriyor. Herkes kendi YÖK’ünü istiyor.
– Önemli bir örnek daha… Biz, YÖK’ün atama sürçelirnde imzasının olduğu iki makamın dışında, yani rektör ve dekan dışında, Yükseköğretimdeki bütün disiplin işlerinin, soruşturma yetkisinin üniversitelerin bünyesine bırakılması yönünde üç ay önce yasa taslağı metni hazırladık. Yani bundan sonra hiçbir YÖK Başkanı rektör ve dekan dışında kimse hakkında disiplin işlemi yapamasın istedik. Bu işlemlerin üniversitelerin kendi bünyelerinde çözülmesini, itirazlara bağımsızyargı organlarının bakmasını istedik. Yıllardır YÖK yok olsun diye mitingler düzenleyen bir sendika itiraz edip bize geldi, ‘Hayır tdisiplin işleri YÖK’te kalsın” dedi.
Akademisyenler için karar üniversitelerin
– 4 bin + bin kadro meselesine gelince… Öğretim üyesi dışındaki öğretim elemanı kadrosu 9 binlere kadar çıktıktan sonra, son iki yılda 4 bine düşürülmüştü. Biz 4 bine ilave artış sağladık. Bu tartışılan bildiriden çok önceydi ama biz açıklamak için kararın çıkmasını beklemek durumundaydık. Zamanlama öyle tesadüf etti ama zaten bu kadroların üniversitelere ne şekilde dağıtılacağı mevzuatta belli. Yani bu ilave kadronun, bildiriye imza atan akademisyenler konusuyla bağlantılı ele alınması, eski tabiriyle muhal. Yani olmayacak şey.
– Bu doğrultuda bakınca, bu bildirinin, kimilerince ileri sürüldüğü gibi, buram buram barış kokan bir tütsü olmadığını görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni katliam ve sürgün yapmakla, her türlü hak ve hukuku ihlal etmekle suçlayan bir bildiri.
– Şahsen, bu bildirinin bir akademik özgürlük ya da fikir hürriyeti çerçevesinde ele alınamayacağını düşünüyorum. Ayrıca, bildirinin bilimsellikten uzak, kışkırtıcı, tahrik edici, suçlayıcı bir üslup ile kaleme alındığını görüyoruz.
– Biz üniversitelerimize, bu bildiriye imza atanlarla ilgili işlem yapmasına dair bir yazı yazdık. Yani her biri, o kişilerin durumlarına, savunmalarına göre değerlendirilir.
– Akademisyenler ile ilgili nihai kararları, üniversitelerimiz verecek. Tabii Başbakan’ın çağrısına cevap vererek imzasını çekenlerin de var.