“Doğa boşluk kabul etmez” en temel fizik kurallarından biridir. Tıpkı doğa gibi din de boşluk kabul etmiyor. Fıtri bir zorunluluk olan din ve inanma ihtiyacı yaşamsal öneme sahip ana gereksinimlerdendir.
Sıkça rastladığımız dini tartışmalar, yorum farklılıkları ve görüş ayrılıkları; yeni ekolleri, klikleri, sistematik ya da belli bir düzene bağlı olmayan mezhebi görüşlerin teşekkülünde etken sebep olarak karşımıza çıkıyor.
Ortaya çıkan bu oluşumlar; farklı giyim tarzlarını, saç, sakal ve bıyık modellerini, yüzük, cübbe, sarık, broş, başörtüsü tercihlerini belirlemekle kalmayıp bunların renk ve fiziki boyutlarını da tayin etmeyi tasarrufu altına alıyor, özerkleştiriyor, ötekileştiriyor, en elim olanı ise aidiyet duygusu ile toplumsal ayrıştırmaya negatif bir katkı sağlıyor.
Bu sanal ve temelsiz tercihler beraberinde söz konusu din algısının ‘hoca’, ‘lider’, ‘imam’, ‘büyük’ , ‘gavs’, ‘önder’ gibi göreceli kadrolarına yeni atamalar yapılmasını zorunlu kılıyor. Türedi ekran ulemalarının yaygınlaşması, revaç bulması ve tercih ediliyor olması biraz da bundan kaynaklanmaktadır.
Bugünlerde kimi akademik kariyeri, kimi cemaatsel oluşumların zinde desteği, kimi de medya gücü ile televizyon ekranlarında arzı endam eden ‘din’ yorumcusu ve ‘din’ uzmanları ile sık sık karşılaşıyor, sosyal medyada birbirinden alıntılarla yaygınlaşan tabldot ve butik paylaşımlara tanık oluyoruz.
Akademik kariyere sahip ‘din’ yorumcuları geçmişteki meslektaşlarının kötü birer taklidi ve acemi asistanı olmaktan öteye geçemiyor. Her ne kadar söyledikleri arasında doğrular olsa da verdikleri örnekler akılcı ve mantık kurallarına aykırılık arz etmese de ‘bozuk saat’ yaftasından kurtulmayı başaramıyorlar.
En çarpıcı örnek, ALTAYLI’ nın programına davet edilen profesör ünvanlı akademisyen, ‘şefaat’ konusuna değinirken ‘yerel mahkeme’ - ‘üst mahkeme’ örneği ile mantıksal izahlarda bulunsa da asıl düşüncesini perdelemeye muvaffak olamıyordu. ALTAYLI; “ Allah’ın en sevdiği Peygamber Hz. Muhammed, - Ya Ağbi, Fatih günahkar ama onu affet’ diye Allah’a ricada bulunsa” affetmez mi?” mealli bir sokak jargonu ile sorduğu soruya, “Bir dakika orada bir yanlışınız var’ refleksif çıkışının söz konusu bu üslupla alakalı olduğunu sananları yanıltan bir mahiyet arz ediyordu.
Bahse konu akademisyenin eleştirisi, “Hz.Muhammed (s.a.v)’ in, Allah’ın en sevdiği peygamberi” olmasına itirazdan ibaretti. Oysa ALTAYLI’ nın, Allah (c.c) ve Elçisi (s.a.v) arasında geçen diyalogdaki hafifmeşrep üslubu, akademisyenimizin inanç frekansına zaten girmiyordu.
Ölülerin arkasından Kur’an okumanın, “trafik kazasında ölen birine trafik kurallarını hatırlatmaya benzediğini” söylediği bir diğer çıkışı da kulağa hoş, akla ve mantığa mutabık görünse de ölünün en az diri kadar kıymeti haiz bir değer olduğunu bilen bir toplumu yaralayan başka bir örnekti. Toplumun, pamuk ipliğinden de olsa dinle bağlantısını sağlayan o narin ve incecik bağı koparmaya çalışmanın kariyer planlamasındaki karşılığı ne olabilirdi ki?
Bütün bu örnekler, size Hürriyet Gazetesi’nin merhum ‘Din Yazarı’ Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ ü ve onun ilk adımlarını hatırlatmıyor mu? Kıymetli akademisyenimizin, meslektaşı ve hemşerisinin yolunda hızla ilerlediği sizin de dikkatinizden kaçmıyordur.
Medya desteğini ve rüzgarını arkasına alarak yeni bir söylem geliştirdiğini iddia eden ‘Mavera Kazazede’si ise “din yorumculuğuna soyunmadan önceki gibi şiir ve edebiyatla hemhal olmaya devam etseydi keşke” dedirten bir söylem peşinde.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah” lafzından sonra ‘celle celaluhu’ eklentisinin geçmediğini keşfederek müthiş (!) bir buluşa imza atarken, yüzünü şekilden şekile sokarak ‘Protokolü sevmiyorum be, Allah ile arama hiçbir şey girmemeli’ mealli cümleler dökülüyordu dudaklarından. Oysa program yaptığı ya da programına konuk olduğu sıradan kişilere bile bin bir türlü referans ve zarafet içerikli saygı kelimeleri ile hitap ediyordu. “Yeni bir ‘Küçük Dünyam’ prensi doğuyor” dediğinizi duyar gibiyim.
Cübbesi ve reklam yıldızı oluşu ile maruf başka bir din yorumcusu ile sacayağını tamamlıyor toplum mühendisi ve din projesi uzmanları. 28 Şubat’ın Kalkancı ve Gündüz’lerinin hafızamızdan kaybolup gitmesini istemeyenler, kıvrak zekasını da kullanarak ekran yüzümüz olmasından hiç vazgeçmeyeceklerdi muzip nüktedanımızın.
Bir de Türkiye’nin en saygın İlahiyat Fakültesi’ ne kem söz edip, ‘kel başa şimşir tarak’ türküsü eşliğinde başka bir kanal ve frekanstan yayın yapınca, eksik kalan parçayı da özenle yerine yerleştiriyordu din teorisyenleri.
Bütün unsurları ile hiçbir ayrıntıyı göz ardı etmeksizin kurgulanmış ve kolajlanmış böyle bir din projesinin elbette bir Diyanet İşleri Başkanı’na da ihtiyacı olacaktı. Şimdi siz; ‘Asfalt ağlıyordu’ diyeceksiniz biliyorum. Yo yapmayın! Niyet okuyuculuğu yapıyorsunuz, benden böyle bir söz sadır olmadı.
Sizi gidi niyet okuyucuları sizi! Hadi ordan! Hadi ordan!
Artık birileri çıkıp çocuklarımıza ve vatandaşlarımıza bunların asıl niyetlerinin bozuk olduğunu anlatması gerekir.
Bunu sizin gibi öğretmenlerin daha iyi yapacağını düşünüyorum.
Allah yardımcımız olsun.