Kasım ayı başında, Milli Eğitim dergisi editörü olarak Tübitak/ULAKBİM tarafından düzenlenen “Ulusal Akademik Yayın Sempozyumu”na katıldım. Üzerinde en çok durulan konu; intihal yani akademik hırsızlık, başka bir deyişle “başkalarının emek, uğraş vererek ortaya koyduğu bir değeri kendine mal etme, sahiplenme” eylemi.
Aşırma; elbette sadece akademik dünyamızı ilgilendirmiyor. Okumadan âlim, çalışmadan zengin , hak etmeden hâkim, ...vb. olmayı şiar edinmiş bir toplum olarak aşırmanın en kallavi örneklerini veriyoruz! Kimimiz “aşırmacı akademisyen”, kimimiz “aşırmacı şair/yazar”, kimimiz “aşırmacı gazeteci”, kimimiz “aşırmacı bürokrat”… say say bitmez. Mesela; devletin bir makamına layık olmayanı atamak veya layık olmadığı halde o makama atanmayı istemek “makam aşırmak” değil midir? Birini sırf “bizdendir” diye sahiplenmek “liyakat aşırmak”, işinin gereğini hakkıyla yapmamak “emek aşırmak”, dedikodu etmek “huzur aşırmak”, kopya çekmek “bilgi aşırmak”, başkalarını taklit etmek ”kişilik aşırmak”, bir eserin aslı dururken korsanını almak ”te’lif aşırmak”, silah taşımayı önlememek “yaşama hakkını aşırmak”, “zamanı iyi kullanmamak “ömür aşırmak” değil midir? Etik/ahlâki olmayan bir sürü yanlışı yaparak insanlığımızı aşırmıyor muyuz?
Öte yandan, aşırmayı davranışa dönüştürme, başkasının emeğine yaslanma “patolojik” bir durumdur. Zira başkalarından çalan, bu hâlinin açığa çıkacağı kaygısıyla yaşar ki bu bir hastalıktır. Kendisi olmaktan kaçan, hayatını başkalarından alıntılar yaparak sürdüren, başka “ben”lerle benlik bulmaya çalışan, yalanlarla dolu, kopyalanmış, nâfile bir ömür sürer. Etik değerleri “kul hakkı” terazisinde tartmadan yapılan terbiyenin/eğitimin, aşırma hastalığını tedavi edemeyeceği aşikardır. Aşırma kültürünü aşındırmak için; “Ben de var onda da olsun, benim değil onun olsun, benim yok ama onun olsun, onda yoksa ben de olmasın” diyen muallim gönüllere muhtacız. Öyle ya; Ebubekir Razi’nin dediği gibi” bir dirhem bilgi bin okka terbiyeye muhtaçtır.”