Çarşamba günü Stratejik Akıl ve Düşünce Eğitimi Derneği’nin tartışma konusu “Gençlerin Eğitimindeki Vizyonumuz” idi. Tartışmanın moderatörlüğünü Nihat Koçak hocam yaptı. Çok önemli, değerli fikirler ortaya atıldı. Bu kısımdan ziyade Nihat hocamın bu yazıya başlık olarak da seçtiğim uyarlamasını çok beğendim ve sizlerle paylaşmak istedim.
Öğrencilik yıllarımızda aile konusu işlenirken sıkça duyduğumuz bir kavram vardı. “Ataerkil aile, çekirdek aile.” Ataerkil ailenin yoğun yaşandığı dönemlerde aynı zamanda eğitimde ataerkil yapılıyordu. Anne-babalar çocuklarını okula, hocasına teslim ederken, “eti senin kemiği benim” diyorlardı. Bunu derken aslında en çok sinir ve kasın olduğu canlı türü olan insanoğlunu yoğurup hamur yapmayı ve o hamurdan türlü türlü lezzetler elde etmeyi murat ediyorlardı. Eti senin, ruhu senin, karakteri senin, geleceği senin demek istiyorlardı. Bunu söyleyen anne-babaların çoğu ilkokul mezunu veya hiç okuma yazma bilmiyor ya da askerde okuma yazma öğrenmişti.
Sonra dönem değişti, devran değişti bu günlere geldik. Anne-babaların büyük bir kısmı lise mezunu ya da üniversite mezunu. Eğitim seviyemiz oldukça yükseldi. “Eti senin kemiği benim” diyen veli gitti. Eti de benim kemiği de benim diyen veli profili geldi. Ataerkil ailede nasıl ki dede ve nine vardı. Onların anlattığı masallar, Hz. Ali cenkleri vardı. Şimdi onun yerini televizyon, internet ve cep telefonu aldı. Evleri ısıtmak meşakkatli olduğundan bir ocağın başında dede-nine, oğul-gelin ve torunlar bir arada aynı havayı teneffüs ediyordu. Şimdi evlerimiz büyüdü herkesin kendisine ait bir odası var. Çekirdek aileyiz dede-nine yok. Aynı havayı teneffüs etmek de yok. Hocaya teslim etmek de yok. Şimdi çocuk var ve dünya o çocuğun etrafında dönüyor. Demokrat aile olalım tamam da üç yaşındaki çocuktan alacağınız arabaya karar vermesini beklemek de neyin nesi? Bütün bunları söylerken ocağın başına toplanma döneminin çok gerilerde kaldığının farkındayım. Yeni şeyler söylemenin vaktinin çoktan gelip geçmekte olduğunun da.
Anlıyorum abartmayı seven bir milletiz ancak lütfen küçücük çocuklara kocaman sorumluluklar yüklemeyelim. Onları boylarını aşan konuların altında ezmeyelim.
Yukarıdaki anlatılanlar işin evdeki boyutu bir de okul boyutu var. Biz eğitimciler eskiden okula velileri getirmekte zorlanıyor ve bunun önemini anlatıyorduk. Şimdi yirmi beş kişilik sınıfta en az yirmi velinin toplantılara katılıyor olması sevindiriyor bizleri. Velilerimizin haklarını teslim ediyoruz. Eğitime katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Buraya kadar tamam ama en ufak bir konuyu abartarak hemen şikayet mekanizmasının çalıştırılmasını anlayamıyoruz. Sanki o şikayet edilen öğretmenin duyguları yokmuş gibi bu durumdan hiç etkilenmezmiş gibi algılanmasını anlayamıyoruz.
Bu yazıyı yazmaya başladığımda bir haber dikkatimi çekti tam da bu konu ile örtüşüyordu. “Kayseri’de öğrencisinin attığı yumruk sonucu düşüp başını kaldırıma çarpan müdür yardımcısı … 18 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra yaşamını yitirdi.” Merhum hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum. Buna benzer durumlarla son zamanlarda çok sık karşılaşıyoruz. Geldiğimiz noktayı öğretmen olarak bizler ve velilerimiz ortak hareket ederek aşabileceğiz. Bütün bunlar bir süre sonra yoluna girecektir. Bundan şüphe duymuyorum. İşaret etmek istediğim eskiden çocuklara değer verilmiyor gibi bir algı vardı şimdi “değer verme patlaması” yaşanıyor. İki uçtan birini benimsemek zorunda değiliz. Orta yolda bir şekilde buluşmak durumundayız. Ne tamamen geleneksel eğitim ne de tamamen modern eğitim. İkisini meczettiğimiz çağın gerekleri ile de desteklediğimiz yeni bir eğitim.
Ne diyelim atalarımız ata olarak saygı görmeli çocuklarımız da çocukluklarını sevgi ile yaşamalı. Selam ve dua ile…