Bavul Ticareti


Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

18 Ağustos 2016, 21:51

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başlayan ve ülkemizde İstanbul Laleli semtinde temerküz eden Bavul Ticareti, ekonomi literatüründe yerini çoktan almış ve muhataplarınca bilinen bir kavrama dönüşmüştü. Doksanlı yılların sonunda cılız adımlarla harekete geçen bu ticari yöntem kısa süre içersinde ciddi bir ekonomi kalemi haline gelecekti.

Kuşku yok ki bavul ticaretinde mahir olanlar yalnız orta ve küçük ölçekli, yüzer gezer masum esnaftan ibaret değildi. Darbeyi davulla davet edip bavulla uğurlamayı hayal eden ve masumiyeti kendinden menkul hukuk hokkabazları ile hızla tanışıyordu ülkem. Bavul kültürü ile yetişen bir kuşağın belleklerine yerleştirmek istedikleri algı komutları ve yanılgı kodlarını, kenarlarından belgeler sarkan bavullarla, kanallar arası dolaşarak tahrip ettikleri zihin korteksimize biteviye bir inatla perçinlemeleri, bilinçli bir projenin uzun soluklu ve sonuç alıcı çabası olmaktan başka neyi ifade edebilirdi ki?

Bavulları ilk olarak darbe girişimi adı altında ‘tavşana kaç, tazıya tut!’ algısı ile sürdüler ihanet pazarlarına. Önce Mehmet BARANSU’ nun yazılı ve görsel basında boy boy, içinde bilgi ve belge olduğu iddia edilen bavullu resim ve görüntülerini kazıdılar zihinlerimize. Sonra bavul büyüklüğünde içi para dolu ayakkabı kutuları ile yalan rüzgârı tablosunu tamamlamak istediler. Darbe girişimi ve kalkışması gecesinde ise, tuvallerindeki ve boya tüplerindeki boyalarını bitiren bir fırça darbesi ile yüzleştiler. Aslında bavul ticaretleri bununla bitmiyordu. Eğer o meşum gece başarılı olabilseler ve Sayın Cumhurbaşkanımızı derdest edebilselerdi yeni bir bavulla karşımıza çıkacaklardı. İçi döviz, altın dolu bavullar eşliğinde en büyük hedefleri olan cumhurun ‘Reis’ini eli kolu bağlı resmedecekler sonra da ‘yurt dışına para ve altınlarla kaçarken yakalandı’ diye iç ve dış basına servis edeceklerdi.

Söz konusu bu durum karşısında hayrete düşerek, ‘Kayıp Bir Trilyon’ davasına ne kadar da çok benziyor’ dediğinizi duyar gibiyim. Eski başbakanlardan Rahmetli Erbakan’a attıkları çamurun daha izi kurumamıştı. Gerçek o ki, Sayın Erbakan da Sayın Erdoğan da alışıktı bu duruma ne de olsa. Hatırlarsanız, ülkemizin önemli iş adamlarından birinin de ‘rahmet’ten yoksun maskesiyle, ‘koç’ gibi destek ve demeç verdiği Hürriyet Gazetesi’nin haberinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri öncesinde :”Tayyip Bey’in Bir Milyar Dolar serveti var’ sürmanşeti ile ‘bavul ticareti’ ne katkı sağlıyordu uluslararası küresel sermayenin sesi ‘üst akıl’.

Bavul tacirlerinin Türkiye distribütörlerinden bir başka koç amblemlisi ise ‘darbeden ne kotarabilir, ne kurtarabiliriz?’ ticari kaygısı ile; yaşanan travmayı ve ‘zihin tahribatı’ nı ‘eğitimde laikliğin önemi’ ne bağlayarak yeni bir alegori sanrısı ve katma değeri henüz ölçülemeyen bir vergi kaçırma eylemine kalkışıyordu. Belki de gözlerden kaçan, tahvil cambazlığına yeltenen asıl mahfillerin, karanlık perdeler ardındaki suflörlük vazifesini icra etmede ısrar ediyor olmalarıydı.

Bavul pazılının parçalarını birleştirdiğimizde karşımıza çok uluslu, çok denklemli ve çok ortaklı küresel bir konsorsiyum çıkacaktı. Darbe ihalesini alan bu ortaklığın Türkiye’deki taşeron firması ve ıslak zemin imalatçısı yerli ayağı ise himmet adı altında topladıkları paraları bu kez yerli bir bavulla yurt dışına kaçırırken arabalarının bagajında yakalatacaktı. Ne hazindir ki akılları çelmeye, içi darbe bilgi ve belgelerinin dolu olduğu imajı verilen bavullarla başlayan ‘ağbi akıl’ zavallılar, bu kez bavul dolusu paralarla yakayı ele veriyorlardı. Bumerang yüzlerinde patlamış, havuzda değil ama bir aracın bagajındaki bavulda boğulmuşlardı.

Algı operasyonu, ağlama seansları, din tiyatrosu ve ‘paralel fıkıh’ anabilim dallarında uzmanlaşmış bu güruh sayesinde, Ayakkabıcılar Çarşısı’nda bile ‘ayakkabı kutusu’ demeye çekinir hale gelmişti esnafımız. Ayakkabı kutuları mı daha büyüktü yoksa bavullar mı? ‘Hırsız’ diye suçladıklarından köşe bucak kaçarken, Marmaris’te bahçelerden biber çalacak kadar zelil ve rezil hale getiren neydi itham sahiplerini? Sırf muhalefet olsun diye okullarda seçmeli ders olarak okutulması düşünülen Osmanlıca dersine telmih yapmak adına gazete manşetlerinde Osmanlıca “Hırsız” kelimesini sürmanşet yapmalarını neyle açıklıyorlar şimdi?

Irak’ta, Suriye’de o gün öldürülen çocukların haberleri kibrit kutusu kadar bile yer almazken zamane ceridesinde, buna karşın devlete ait yasal paraları ayakkabı kutularında göstererek gazetelerinin sayfalarını doldurmakla neyi amaçlıyorlardı? İsrail’de öldürüldüğü iddia edilen Yahudi çocuklarının acısını yüreklerinde derinden hissedenlerin, yanı başındaki Müslüman çocuklarının öldürülüşüne duyarsız kalması da soruları önceden çalınmış bir sınavdan kalma periyodik alışkanlıkları mıydı?
“Gerçekler Zaman’ la anlaşılır” reklam spotuna gelince; kanaatimce en doğru, en yalın ve en gerçekçi sloganları buydu. Ve bugün, gerçekler Zaman’la değil ama zamanla anlaşılmıştı. Üstelik Çanakkale’deki iki yüz elli bin şehide yârenlik edecek olan iki yüz kırk şehidin şehâdet ve şahitliğinde.

Hüseyin ÇOLAK

Ankara-17 Ağustos 2016
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
irfan - 8 yıl önce
Öyle bir tezgahın içine sokulmuş ki çöz çekebilirsen. Labirent gibi. Biz neredeyiz. ..
Avatar
Akif - 8 yıl önce
Çok yerli milli ve siyasi olmuş hocam. Tarz değilmiş biraz
Avatar
Mustafa - 8 yıl önce
Her zamanki gibi tespitler ve bunları dile getiris harika
Avatar
necati tüfekçi - 8 yıl önce
Ağızına ve kalemine sağlık hocam
Avatar
Efendi Gözüm - 8 yıl önce
Teşekkürler.Hayat' ın cilveleri böyle!Önce suyu bulandıyorlarki herkes dağılsınki Onlar işlerini rahat rahat yapabilirler, dikkat dağıt vs.