Bir Hayat Envanteri Olmalı İnsanın


Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

11 Ekim 2015, 23:51

Özür dilemek ve teşekkür etmek…Yükte hafif pahada ağır iki zerafet terennümü, göklerdeki izdüşümü tövbe etmenin ve şükretmenin. Bir medeniyet eylemi ve nâzenin edalı bir duruş çağa karşı. Oysa bugün, biri vefasızlığın diğeri nankörlüğün, insanın lisanına iliştirdiği çapraz prangalar toplamı.

Hatırla ki uçsuz bucaksız kervanlar gibi uzun bir zaman önce insanlığın babasının iki oğlundan sadakati temsil edeni, katlin mümessili diğerine : “And olsun! Beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim.” (5/28) demişti. Nedendir bilinmez o soylu damarın ırmakları akmıyor kalbimize. Irmaklar mı kurudu yoksa kalbimizin merhamet kanalları mı?

Yeryüzünün ilk günahının icra memuru ise; “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım?” (5/31) diyerek derin bir pişmanlığı ifade etmişti hayıflanarak yaptığına belki de. Kâbil’in nedametinin Habil’in nezahatine oranı, paydası olabilseydi insanlık onurumuzun payına keşke.  

Üç gömleği ile ünlenen ‘Seçilmiş’i, anılar arasında bırakılmayacak kadar özümsemeye ihtiyacımız var şimdi. Birinci gömleği ile ‘yalan’ sınavından, ikinci gömleği ile ‘iftira’ sınavından geçen ve iki sınavı; “Bugün size kınama yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (12/92) engin bir müsamaha rüzgarıyla; karanlığa bakan gözlere ışık bahşeden şifa kaynağı üçüncü gömleğe hak kazananların sırrından ne denli haberdarız ki?

Kızıldeniz’in kenarında kızıl bir tutkuyla granit kaplı kalbine yenik düşen, sevdiğinin ve seçtiğinin baş düşmanına bile “Ona yumuşak söz söyleyin, belki o, öğüt dinler veya içten gelerek saygı duyar” (20/44) direktifi ile omuzlarına zarif bir sorumluluk yüklenen ‘âsa’ sahibinin anıları ne denli vurur kıyılarımıza?

Üzüntü ve belanın harman olduğu Kerbela’da, yılanın bile içerken dokunulmazlık hakkını elde ettiği suyu çok gören biz değil miydik Sevgili’nin masum torununa? Susuz bırakınca Kerbela Çiçeği’ni, sandık mı ki bütün çiçekler kuruyacak bizim cılız kahrımızla?

Ahşap sandıklarda özenle saklanan ve  hasreti beraberinde katladıkları naftalin kokulu mendillerine, koca  bir ömür gurbet yolu gözleyen annelerin düşürdüğü gözyaşlarına bir özür borcu yok mudur Adem’in çocuklarının?  Hangi dünyevi mahkemenin eteğinden tutup hesabını soracaklar; anlamsız, çıkar savaşlarında kaybettikleri evlatlarının toprağa emanet edilişinin hikayesini?

Bir hayat bilgisi dersi gibi çetele tutmalı yaşarken insan, solgun duvar takvimlerinde özenle üzerine çentik atılan. ’Kimlere teşekkür borcum var ve kimlere özür borcum’ dediği bir envanteri olmalı, dağların bile yüklenmekte tereddüt ettiği sorumluluğu, hiç düşünmeden yüklenenlerin.

Özür dilemeyi ve teşekkür etmeyi bir alyans gibi parmağına takan ‘eş’, tövbe etmeyi ve şükretmeyi anlık ev ödevi gibi bilen ‘kul’ olmalı insan.                            

         “Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin 
         Pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin”
insanı olmamak için. Yerin ve göklerin Sahibi’ne naz makamında, alnıyla yeri selamlayıp arz-ı hal ederken;

         “Seçkin bir kimse değilim 
         İsmimin baş harfleri acz tutuyor 
         Bağışlamanı dilerim”
diyebilmeli insan.

        Bir de dünyaya ait bütün antetlerden, etiketlerden, apoletlerden ve unvanlardan sıyrılarak;

        “ ‘Kül’ olmadan ‘kul’ olmayı
          ‘Yol’ olmadan ‘gel’ olmayı
          ‘Sel’ olmadan ‘göl’ olmayı
          ‘Hâr’ olmadan ‘gül’ olmayı”
bilmeli insan…

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.