Dine Karşı Din III : ÜTOPYAMIZ


Alpaslan Fakılı

Alpaslan Fakılı

02 Ocak 2017, 19:48

Şu ana kadar dinle ilgili yazdığımız yazılarda genel olarak İslam’ın, karşıtı olarak konumlandığı kapitalist dinle farkını işlemeye çalıştık. Gelin bu sefer de İslam’ın oluşturmak istediği toplumu ve bu toplumun bireylerini yani ütopyamızı anlatalım.

Gençlik yıllarımızda sıkça karşılaştığımız insanlara, İslam’ı tebliğ etme adına Kuran’dan edindiğimiz teorik hayatı peygamberimizin örnekliği ile anlatırdık. Yaptığımız bu davranış anlattığımız insanda olumsuz bir atmosfer oluştururdu haliyle. Biz de bu duruma şaşırırdık doğrusu. Halbuki bilmiyorduk ki aslında yaptığımız davranışla -birazdan da anlatacağım gibi- karşımızdaki insanı kafir pozisyonuna sokmuş oluyorduk. İyi niyetle yaptığımız için farkına varamamıştık elbette.

Hiç unutmuyorum 28 Şubat’lı yıllarda yine bu tebliğ yani mesajı yayma faaliyetlerimizden birinde Hacıbayram camiinde konuştuğumuz arkadaşla aramızda yaşadığımız diyalogda buna benzer bir şey yaşamıştık. Tebliğ diyorum çünkü kendimizi yeni dinin mesajını taşıyan insanlar gibi görüyorduk. Bu da özeleştiri olsun.

Yeni tanıştığımız arkadaşa “sana mesajı anlatmak istiyoruz” demiştik. O da bize “bana ne mesajı anlatacaksınız? Ben müslüman değil miyim?” demişti. Biz “anlatacağımızı dinle ve buna kendin karar ver” demiştik.

Bize, “buyrun sizi ve mesajınızı dinliyorum” dedi. Aramızda şöyle bir diyalog geçti.

“Kardeş, seni mülkünde ortağı bulunmayan, yerlerin ve göklerin sahibi, kendisinden başka ilah olmayan, alemlerin rabbini gerçek rab yani sahib kabul etmeye davet ediyoruz.”

“Eee ben de onu Rab kabul ediyorum zaten.”

“Dur hele dinle. Bak onu Rab yani gerçek sahib kabul ediyorsan ondan başka da ilah edinmezsin. Onu Rab kabul ediyorsan ondan başka da sahib tanımazsın. Onu Rab kabul ediyorsan Onun sahibi olduğu yerde ve gökte ondan başka sahib görmezsin. Onu Sahib kabul ediyorsan O’nun mülkünde ortaklığa kalkışmaz ve ortaklığa kalkışanları ortak edinmez yani şirk koşmaz, sadece O’na kulluk edersin.”

“ Eee bunları ben de biliyorum.”

“Dur ve acele etmeden dinle. Onu sahib kabul edersen O’nun mülkünde ortaklığa kalkışanlara başkaldırırsın. Onu Rab yani Sahib kabul edersen Hakkın yani halkın mülkünü gasb edenleri tanımaz, yeryüzünde ve coğrafyamızın tamamında üretim araçlarını, fabrikaları, denizleri, yer altı ve yer üstü kaynaklarını tekeline almış kapitalist azgınlara başkaldırır ve mülkün O’nun olduğunu söylersin. Bu da bedel ödemeyi beraberinde getirir. Onun Rabliğini kabul edersen mülkünde ortaklığa kalkışmaz, ihtiyacından fazla olanı infak yani tasadduk eder ve böylece Hakka ve onun temsilcisi halka başkaldırmamış ve kibirlenmemiş olursun. Azgınlaşmaktan kendini korursun.  Allah diyor ya ilk inen surenin ilk inen ayetlerinde. “ insan kendini müstağni(yani zengin ve ihtiyacı olmayan) gördüğünden azar” alak suresi 1-10
Söylediklerimiz karşısında afallayan dostumuz “ne yani siz şimdi fabrikaların halkın malı olduğunu, insanların ellerindeki fazla olan mal ve mülkü fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine vermeleri gerektiğini mi söylüyorsunuz?” dedi.

“Tam üstüne bastın” dedi yanımdaki diğer dostum. “O’nun olanı O’na geri çevirmek. Yani Haydan gelen Huya gider, hesabı.”

“O zaman size göre ben birden fazla daire sahibi olamaz mıyım?”

Tepkileri diğer anlattığımız insanlarınki ile hemen hemen aynıydı. Şaşırmadık doğrusu. İlk defa duyduğu İslam anlayışı biraz garibine gitmişti.

“Evet edinemezsin. Şöyle ki Kuran’da ihtiyacın fazlasını infak et der. Yani ver der. İnfak, kelime olarak ‘boşluk doldurmak’ demektir ki Arapça’da nefek tünel anlamına gelir, nifak da boşluk . Yani sen böyle yaparak toplumsal boşluğu kapatıyorum, demiş oluyorsun.

İhtiyacın fazlasını tutup zaten ne yapacaksın? Dünya hayatı geçici demiyor mu Kuran? ‘Onlar orada kendilerini kalıcı zannederler’, demiyor mu ayette? Ya infak edersin ya da yatırım amaçlı ticarete dönüştürür insaların faydalarına sunarsın.”

“Peki biriktiremez miyim?”

“Allah Kuran’da biriktirmeyi haram kılmıştır. ‘altın ve gümüşü yığıp biriktirenlerin o gün derilerine dağlanacak’ der, tevbe suresi 33’te. Hümeze suresinde biriktirenleri eleştirir.

“O zaman siz komünistsiniz bu nasıl bir İslam anlayışı?”

“Kardeş!!! konuştuklarımızın içinde hiç Kuran dışında bir referans gördün mü? Kaldı ki insanlık bazı doğruları keşfetmişse bu suç mu? Ayrıca İslam’ın sosyalizm ya da komümizmle çakışan noktaları da olabilir, bu aynı şey olduklarını göstermez.”

Arkadaşımız afallamıştı. Çünkü dünya hayatına dönük tüm hedefleri bir köpük olmuştu adeta. Büyük ihtimalle diğer anlattığımız arkadaşlar gibi zengin olmak, para kazanmak yatlar-katlar sahibi olmak istiyordu. İnsanlık tarih boyunca hiç mi değişmez? Kuran’da anlatıldığına göre Karun’un mülkünü görenler hayranlıkla “keşke bizim de böyle mülkümüz olsa” derlermiş. Arkadaşımızın tepkisi de Karun’un mülküne hayran olanlara ne kadar da benziyordu. Oysa peygamberimizi okusa hayata veda ettiğinde, bulunduğu toplumdan kendini ayrıcalıklı hissetirecek hiçbir mal ve mülk edinmediğini aksine bu türden davranışları yasakladığını...

“Peki siz insanlara ne vad ediyorsunuz? Peygamberimiz ne getirdi sizce?”

“Anlatıyoruz kardeş, acele etme. Acele işe şeytan karışır. Biz insanlara dünyada cenneti yani ütopyayı vad ediyoruz. Yani Allah’ın ahirette insanlara adaletin gereği herkese çalışmasının karşılığını vereceği Hakça düzeni dünyaya taşımayı vad ediyoruz. Buna talibiz. O topluluğu oluşturabilirsek cenneti dünyada var etmiş oluruz.“

“Bak, sizde de diğer örgütler gibi silah milah yok öyle şeyler değil mi? Domuz bağı felan? Başımı belaya sokmayın benim.” Söylediklerine güldüm tabi.

“Bizim kesinlikle öyle şeylerle şiddetle middetle, silahla milahla işimiz olmaz, biz örgüt mörgüt de değiliz. Biz Allah’ın kitabını okuyan ve onu hayata en güzel döken peygamberin örnekliğini yaşamaya çalışan müslümanlarız. Bizim işimiz örnek bir hayat ortaya koymak. İnsanlara güven vermek. Ekmek ve emek mücadelesinde onlarla omuz omuza vermek.”

“Hani ne biliyim emek felan. Farklı şeyler çağrıştırıyor. “ dedi. Haklıydı da tabi. Çünkü toplumumuzun hafızasına hep kötü şeyler kazınmıştı. Önyargıları yıkmak gerekiyordu öncelikle.

Söylediklerimizi hafif tedirgin ve ilgiyle dinliyordu. İlk kez dinle ilgili oldukça garip şeyler duyuyordu.

Devam ettim anlatmaya.

“Mülkün yaratıcısı, yarattığı için de doğal ve gerçek yani hak sahibi olan Rabbimiz ondan başka da ilah edinmememiz konusunu Kuran’da sıkça vurgular. Mülkün O’nun olması ne demek? Mülkünde ortaklığa kalkışmamak yani azgınlaşmamak ve azgınlaşanlara yani tağutlara kulluk etmemek. Dünyayı hevasına yani isteklerine ve arzularına göre yönetenlere kulluk etmemek. Bunun göstergesi olarak da ümmet dediğimiz sınıf ve ırk üstünlüğünün olmadığı topluğu var etmek.

Peki ümmet ne yapacak? Çalışacak, ürecetek ve bölüşecek. Hakça bölüşecek. Bölüşmede kimseye ayrıcalık tanınmayacak, peygamberimizin yaptığı gibi.

Başarabilirsek ütopyamızı gerçekleştireceğiz. Yani bizimle birlikte olanlarla dünyada cenneti var edeceğiz. Sınıf farklılığını ve insanların birinin diğerin üstün olduğunu çağrıştıran Firavun düzenini andıran gösterişli yapıları yıkacağız.”

“Nasıl yani?” dedi dostumuz.

“Yani yaşadığımız şehirde mesela toplumsal uçurumu çağrıştıran gecekondular da lüks rezidanslar da olmayacak. İnsanların bir yerde toplanmasına neden olup, bir nevi kanserleşmiş şehirleşmeye neden olan şehirlerin büyümesine engel olacağız. Her şehire hizmeti eşit dağıtacağız yani. Böylece herkes bulunduğu yerde hizmete ulaşabildiği için belli şehirler büyümeyecek. Ya da şehirler içinde de belli merkezlerde lüks yaşam ve gösteriş olmayacak. Her yer aynı olacak.”

“Peki bunu nasıl başaracaksınız? Peygamberin hayatından bunu neresinde gördünüz?”

“Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde orada büyük duvarları yıktırmıştır. Kendisi de Medine’de iki yetime ait arsaya çöken devesinin olduğu yere ev yapmıştır. Medine’ye vardığında oranın yerlileri kardeşleri, ellerinde olan mal ve mülklerinin yarısını Mekke’den göç eden kardeşlerine vermişlerdir. Onların kardeşliği tarihe örnektir. Yani bugünkü gibi bir islamcı burjuvazi kesinlikle yoktur. Üstelik Mekke’de olduğu gibi Medine’de de Medineli zengin yahudilerle mücadele etmiştir.

Geçenlerde ünlü bir fabrikanın İç Anadolu Bölge bayiini işleten bir arkadaş aldığı ayakkabıdan bahsediyordu. Ayakkabı orada çalışan bir işçinin maaşının üç katı. Sence bu hak mı? Bu nasıl kardeşlik?”

“Yani o zaman senin söylediğine göre inanan biri lüks bir evde yaşayamaz veya lüks bir jipe binemez.”

“Evet binemez. Ya hepimiz binecek hale geliriz. Ya da hiç birimiz binmeyiz. Ortalamanın yaşadığı gibi yaşamakla mükellefiz. Herkesin yediğinden yemek ve içtiğinden içmek. Peygamberimiz insanların birbirlerinden farklı olmasını çağrıştıracak simgelere izin vermediğine dair bir sürü uygulaması var. Biniyor olsak bile yeri geldi satar mazlumları, yetimleri gözetiriz.”

“Peki nasıl olacak bu iş?” dedi. Zaten kiminle konuşsak sonunda bu soruyu duyuyorduk. Şaşırmadım doğrusu. Bekliyordum da. Çünkü dedim ya her anlattığımız kişiden benzer tepkiyi duyuyorduk. Bekiyordum bu soruyu.

“Peygamberimize bak onda bunun örneği var. O ne yaptı? Fakirleri, yetimleri, mazlumları gözetti, onları örgütledi. Hatta peygamberlik öncesinde hılf elfudul yani faziletliler ittifakı bile kurmuştu. O Mekke’de anlattı ve yaşadı. Zaten kırk yıllık ömrü de eminlik yani güvenlik üzereydi. Onun mesajını duyan ve kendilerini Mekke’nin Rabbi yani sahibi gören zenginler ve ileri gelenler, onu susturmaya çalıştılar.
Susmadı, söyledi. Susmadı söyledi, herkese söyledi. Gelene söyledi gidene söyledi. İnsanları Allah’a kul olmaya ve O’na ortak koşmamaya, O’nun mülkünde ortaklığa kalkan Mekke burjuvazisine başkaldırmaya çağırıyordu. Mekke’deki fakirleri, yetimleri, köleleri, hor görülenleri gözetmeye ve onları doyurmaya çağırıyordu.

Nitekim bu söyleme çabalarından birinde Medinelilerle tanıştı. Onlar peygamberimize kucak açtılar. Peygamberimiz de Mekke’deki ortam yaşanmaz hale gelince göç etmeye karar verdi, Medine’ye

O zaman biz ne yapacağız, kendi içimizde paylaşanlar, verenler, fakiri fukarayı gözetenler, sadece Allah’ı sahib tanıyanlar ve onun yarattıkları arasında ayrım gözetmeyen eşitliği ve özgürlüğü savunan ortalama yaşayan bir toplum olacağız. Bunu başarabilirsek zaten yeryüzünde ütopyamızı yani cenneti var etmiş oluruz, mutlu oluruz. Başaramazsak zaten ahirette Allah bize cenneti var ediyor.”
Bugünlerde o arkadaşımızla yaşadığımız bu diyalog ve benzer diyaloglar geldi hatırıma.

Keşke başarabilseydik ütopyamızı. Keşke şehirlerimizin birinden bakınca hepsini görebilseydik. Hiçbirinin bir diğerinden farkı olmasaydı. İnsanlar, kanser hücreleri gibi Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük şehirlere yığılmasalardı. Her şehrin herbirinde ayrı bir güzelliği olsa ve köylerden büyükşehirlere akınlar olmasaydı.

Evlerimiz bahçeli ve en fazla üç katlı, bahçelerimizde otoparklar olsaydı, yollarımız ferah ve geniş... Şehirlerimizin her yeri merkez olsaydı. Tek bir merkez Kızılay ve Taksim olmasaydı. Herkez de bu merkezlere ermeyi kendine hedef edinmeseydi. Köylerimiz ve ilçelerimiz de gelişseydi. Oralara da eşit hizmet gitseydi. Hakkari ile Ankara, Yozgat ile İstanbul bir olsaydı. Ankara’ya baktığımızda bir yanda büyük ve uzun binaların olduğu rezidansları diğer yanda modern gecekondu bozması tokileri görmeseydik. Ağaç ve parklara yeteri kadar yer ayırsaydık keşke. Keşke onurunu ortaya koyarak çalışan çöpçü ile bakanlıktaki bir genel müdür yakın maaşı alabilseydi. Mülk belli ellerde toplanmsa herkesin ulaşabildiği gibi olsaydı. Kaptırmasaydık kendimizi kapitalizmin kollarına. Komşuluk ve akrabalık bitmese, iki dar oda ve bir salon olmasaydı. Her zaman misafirlere uygun bir odamız yine olsaydı. Yine köylerimizde misafiri ağırladığımız köy odaları ilçelerde de olsaydı. Ne bileyim işte.

Günün birinde belki bu ütopyamız da gerçek olur mu ne dersiniz? Olmasa da Rabbimiz bu dünyada başaramadığımızı bize diğer  tarafta verir mi diye umut ediyoruz...

Hem bize düşen bu umudu her daim diri tutmak değil mi?

Kalın sağlıcakla...

Siz insanlar içinden çıkarılmış iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden orta halli bir ümmetsiniz... bakara, 143...
 
 
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
mehmet - 8 yıl önce
Rezidans da olsun gecekondu da olsun ki sinav anlamini bulsun topragim.