‘Cami Planlama ve Tasarımı Projesi’ kapsamında düzenlenen çalıştayların ilki, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ve Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Uslan’ın katıldığı açılış programıyla başladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ortaklaşa yürüttüğü ‘Cami Planlama ve Tasarımı Projesi’ kapsamında düzenlenen çalıştayların ilki, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ve Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Uslan’ın katıldığı açılış programıyla başladı.
Ahmet Hamdi Akseki Camii sergi salonunda gerçekleşen açılış programında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, mimari açıdan camilerin yeniden ele alınması gerektiğini vurgulayarak, cami mimarisinin medeniyet tasavvurunun bir parçası olduğunu kaydetti.
Bir medeniyet tasavvuru olmadığı takdirde cami mimarilerinin de bir ruhu olamayacağının altını çizen Başkan Görmez, “Tarih boyunca bizim medeniyetimizde cami mimarisi büyük şehirlerde bize dinginlik, küçük köylerde bize derinlik kazandıran muhteşem bir mimariye sahip olmuştur. Her büyük mimari gibi cami mimarisi de medeniyet tasavvurunun bir parçasıdır. Belki işin zorluğu buradadır. Biz o medeniyet tasavvurunu kaybettiğimiz takdirde, o medeniyet tasavvurundan kopuk bir cami tasarımı üzerinde yoğunlaşırız ve o cami bize ruh katmaz. Medeniyetimizin kalbini, medeniyetimizin ruhunu ayağa kaldırmaz” dedi.
Cami mimarisinin estetik açıdan da yeniden ele alınması gerektiğini vurgulayan Başkan Görmez, açılış konuşmasında şu hususların altını çizdi;
“Cami mimarisi, medeniyet tasavvurunun bir parçasıdır…”
Çağın içinde bocaladığı ahenksizlik cami mimarimize de yansımıştır. Hâlbuki tarih boyunca bizim medeniyetimizde cami mimarisi, büyük şehirlerde bize dinginlik, küçük köylerde bize derinlik kazandıran muhteşem bir mimariye sahip olmuştur. Aslında her büyük mimari gibi her büyük tasarım gibi cami mimarisi de bir medeniyet tasavvurunun parçasıdır. Belki işin zorluğu buradadır. Biz o medeniyet tasavvurunu kaybettiğimiz takdirde, o medeniyet tasavvurundan kopuk bir cami tasarımı üzerinde yoğunlaşırız ve o cami bize ruh katmaz. Medeniyetimizin kalbini, medeniyetimizin ruhunu ayağa kaldırmaz.
“Mimari açıdan bütün camilerimizi yeniden ele almalıyız…”
Fikrinizde, kalbinizde ve düşüncenizde bir medeniyet tasavvuru taşımıyorsanız ya da kalbinizde ve zihninizde taşıdığınız medeniyet, mazisiz, müziksiz ve ahenksiz bir medeniyet ise yaratıcıyı ve yaratıcının yeryüzüne ‘cemal’ sıfatıyla yansıttığı bütün güzellikleri eğer görmüyorsa o zaman mazisiz, müziksiz bir hilkat garibesi ortaya çıkar. Mazisiz ve müziksiz olarak ortaya çıkaracağınız bütün bu camiler de medeniyetimize ruh katmaktan uzaklaşır. İşte bu sebeple hep birlikte önce o kadim ahenkli medeniyet tasavvurumuzla bağlantılı olarak yeniden cami mimarimiz üzerinde düşünmek durumundayız. Mimari açıdan bütün camilerimizi yeniden ele almalıyız. Estetik açıdan yeniden ele almalıyız. Kapı tokmağından kubbeye yazılacak yazıya kadar, minberin üzerindeki hat sanatından halılarımızın desenine kadar ecdadımızın yaptığı gibi her unsurunu yeniden ele almak durumundayız. Bazı camilerimizi avize dükkânına dönüştürmüş durumdayız. Her türlü estetikten uzak, her türlü işlevsellikten uzak mekânlara dönüştürmüş durumdayız.
“İnsanla ve hayatla ilişkisi açısından camilerimizin yeniden ele alınması gerekiyor…”
Kentleşme açısından camilerimizin yeniden ele alınması gerekiyor. Ecdadımız şehirleri kurarken önce şehrin kalbine camiyi koydu daha sonra caminin etrafına her türlü hizmeti sunacak külliyeler inşa etti ve şehri onların etrafına yaydı. Şimdi ise şehirler kuruyoruz, şehirleri kurduktan sonra camiye yer arıyoruz. Son yıllarda bu açığı kapatmak için bir gayretin olduğunu büyük bir memnuniyetle izliyoruz. İnsanla, hayatla ilişkisi açısından camilerimizin yeniden ele alınması gerekiyor.
“Eğer bir insan yeryüzünü imar etmiyorsa ömür yaşamış olmuyor, bilakis ömür tüketmiş oluyor…”
Kerim kitabımıza göre imar sadece mimari değil, bir yaratılış gayesidir aynı zamanda. Allah, ‘Ben sizi yerden, topraktan yarattım ve sizden yeryüzüne imar etmenizi istedim’ buyuruyor. Bu ayeti kerimeden İbn-i Haldun ‘umran’ başlığını taşıyan muhteşem bir felsefe üretmiştir. İnsan-varlık ilişkisi, insan-toprak ilişkisi, insan-mekân ilişkisi ve bunun arkasındaki metafizik düşünceleri ortaya koyan ‘umran’ başlığını taşıyan muhteşem bir felsefe üretti. Bu felsefeye göre yeryüzünde her insan mimar olmak zorundadır. Her insan yeryüzünü imar etmekle mükelleftir. İnsanoğluna Allah’ın verdiği hayat süresine biz ‘ömür’ diyoruz. Ömürle imar aynı kökten gelir ve eğer bir insan yeryüzünü imar etmiyorsa ömür yaşamış olmuyor, bilakis ömür tüketmiş oluyor. Eğer ömür yaşıyorsak, eğer Allah’ın verdiği ömrü değerlendirmek gerekiyorsa bir insan yeryüzünü imar ettiği oranca ömür yaşamış oluyor.
“Çevreye rağmen toprağı işgal edip mekân kurmaya kalkışmakla orası imar edilmiş olmaz, işgal edilmiş olur…”
İmarın fizik ötesi referansı dikkate alınmadan şehirler inşa edildiği zaman sadece taş ve betondan ibaret şehirler kurarız. İmarın hep birlikte fizik ötesi referansını dikkate almak durumundayız. İmarın bütünlüğünün maddeyi aşıp medeniyete dönüşmesini sağlamalıyız. Aksi takdirde kendi ellerimizle kurduğumuz şehirlerle medineden uzaklaşırız, medeniyet inşa edemeyiz. İnsanın kendisini bir çevreye uyumlu olarak yerleştirmesine istikrar diyoruz. Yeryüzüne imar ancak bu şekilde gerçekleşir. Bir de çevreye rağmen yerleşmek isteyenler var, bunlar işgalci konumunda olurlar. Çevreye rağmen toprağı işgal edip mekân kurmaya kalkışmak, orayı işgal etmek olur orası imar edilmiş olmaz. Bir de çevreyi yok sayarak, çevreyi yok ederek yerleşme arzusu var, buna da ihanet diyoruz. Çünkü bütün kâinat Allah’ın insana verdiği büyük bir emanettir. Bu emanete ihanet etmemekle mükelleftir her insan.
“Ümmetin yarısı olan kadınları yok sayarak bir cami inşa etmek hiçbir Müslüman’a yakışmaz…”
Camileri tasarlarken erkekle beraber Allah’ın halifesi olarak yaratılan, erkekle beraber eşit olarak Allah’ın vahyine muhatap olan, onun gibi secde etmekle, rükûa varmakla emir olunan, ümmetin yarısı olan kadınları yok sayarak bir cami inşa etmek hiçbir Müslüman’a yakışmaz. Bu durum, hiçbir İslam medeniyetine yakışır bir şey değildir, kabul edilebilir bir şey değildir. Allah Resulü küçücük bir mescit inşa etmişti Medine’de. Bu mescitte içinde kadının namaza durmadığı bir tek vakit namazı gösterilemez. Allah Resulü bayram namazlarını cami almadığı için Medine’nin bir meydanında erkeklerle ve kadınlarla birlikte kıldı. Ama biz bayram namazlarında camilerimizi kadınlarımıza kapatmış durumdayız.
“Camilerimiz çocuk dostu olmalı…”
Camilerimiz çocuk dostu olmalı. Çocuklarımızın elinden tutup camiye götürebilmeliyiz. Camiye götürdüğümüzde de camiler, onlara yakışır güzel mekânlar olmalı. Gençlerimiz camilerde kendilerini bulmalılar. Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle gençler, neşeyi ve huzuru Allah’a ibadette aramalılar. Orada ibadetle birlikte neşeyi ve huzuru bulabilmeli.
“8 milyon engelli vatandaşımızı yok sayarak cami tasarlamamız bizi Allah’ın rızasına götürür mü?...”
Türkiye’de 8 milyon engelli vatandaşımız var. Bunları yok sayarak camiyi tasarlamamız bizi Allah’ın rızasına götürür mü? Hem 8 milyon engelli kardeşimiz olacak onları hem kendi hayatına, kendi evine hapsetmiş olacağız hem de bizimle birlikte ibadet etmek istediği zamanda bütün camileri onlara kapatmış olacağız, böyle bir şey kabul edilebilir mi?
“Sokağa terk edilen her insandan camiye gidenler sorumludur ve bu en az namaz kadar kıymetlidir…”
Camiyi sadece namaz kılma mekânı olarak tasarlamak bir kırılma noktasıdır. Hâlbuki namaz her yerde kılınır. Peygamberimiz “Yeryüzü bana mescit kılındı.” buyuruyor. Temiz olan bütün topraklarda biz namazımızı kılarız. Neden mescitleri yapıyoruz? Mescidin gayesi kalpleri birleştirmektir. Bizler bugün kalplerimizi, ruhlarımızı birleştiremiyoruz. Çünkü camileri sadece namaz kılma mekânı olarak görüyoruz. Cami aynı zamanda sohbet mekânı, muhabbet mekânıdır. Bunun için sohbet mekânları, muhabbet mekânları yapmalıyız. Sadece namaz kılıp orayı terk etmesin insanlar. Cami ve kitap, cami ve şifahane, cami ve aşhane birlikte olmalı. Fakir gelip oraya sığınmalı, orada yemeğini yemeli. O mabetler ve o mabetlerin içinde buluşanlar aynı zamanda o sokağa terk edilen her insandan sorumludur mesuldür ve bu en az namaz kadar kıymetlidir, değerlidir.
İki gün sürecek çalıştayın ardından camilerin toplumun sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma getirilmesi, cami yapılacak alanlarda ihtiyaca göre Kur’an kursu, aile ve dini rehberlik bürosu, kütüphane, gençlik merkezi, çocuk oyun alanı, çok amaçlı salon, sergi salonu, sanat atölyesi, spor alanı, aşevi, taziye evi gibi bölümlerin yapılması, engelliler, kadınlar ve yaşlıların erişimini kolaylaştıracak şekilde planlanacak olan camilerde kadınlar için abdesthane ve çocuk bakım mekânlarının da yapılması hedefleniyor.
Proje ile camilerin kendi enerjisini üretebilen, yağmur ve kullanım suyunun geri dönüşüm çerçevesinde çevre ve peyzaj düzenlemelerinde kullanılabildiği, kimlikli şehirler projesine hizmet eden, şehrin dokusuna uygun ibadet mekânlarının olması da hedefler arasında.
Yapılacak çalıştayların ardından cami planlama ve tasarımıyla alakalı mevzuat ve rehber kitap çalışmaları tamamlanmış olacak.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı ve çalıştayın Proje Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yavuz Ünal da çalıştaya ilişkin bilgi verdi.
Ahmet Hamdi Akseki Kültür, Sanat ve Gençlik Merkezi Açıldı…
‘Cami Planlama ve Tasarımı Projesi’ çalıştayının açılış programının ardından Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki, Gazi Üniversitesi Rektörü Uslan ve katılımcılar Ahmet Hamdi Akseki Camiin altında yapılan Türkiye Diyanet Vakfı Kültür, Sanat ve Gençlik Merkezinin açılışını gerçekleştirdi.
Hobi salonu, kitap okuma salonu, kitap yayın satış bölümü, seminer salonu ve gençlerin vakit geçirebileceği kitapkahvenin olduğu gençlik merkezi birçok alanda gençlerin hizmetinde olacak.