Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, Tek Parti’li dönemden 12 Eylül darbesine kadar pek çok dönüm noktası olayda ‘din’ olgusu, üzerinde toplum mühendisliği yapılan, ince işçilikle örgülenme gayretleri sarf edilen en önemli sosyolojik unsurdur. Bitkiyi toprağa rapteden kökün, bebeği anneye bağlayan kordonun fonksiyonuna eş, insanın da yaşama tutunmasını sağlayan hayat bağıdır din.
İki asra yakın savruk adımlarla süregelen tarihi süreç içerisinde âdeta kötü kullanım tehlikesine açık bir alan haline getirilen insan fıtratının vazgeçilmezi olan bu asli unsur, söz konusu kavşak noktalarından her birinde farklı bir ölümcül hücuma göğüs germek zorunda kalmış, ağır yaralar ve birinci dereceden yanıklarla baş ederek manevi kodları eşliğinde ve ilahi rotasında yürüyüşünü sürdürmüştür.
Otoriter, totaliter ya da militarist rejimlerin her birinde hâkim görüş tarafından dönemsel baskılar ve yasakların yanında sürdürülebilir olduğu düşünülen resmi anlayışa karşı tehlike olarak görülen bütün oluşumlara yönelik gözden düşürücü, itibar zedeleyici ve değersizleştirme hareketlerinden, dini ritüeller ve ilmihal kitaplarının uygulamalar dizini fazlasıyla nasibini almıştır.
Ramazan Bayramı’nın şekerleme çeşitleri bayramına, Kurban Bayramı’ nın şarküteri bayramı ve ‘Kasaplar Federasyonu Lokali’ muhabbetine dönüştürülme algısının, en taze ve yaşayan somut bir örnek olduğu gerçeğini inkâr etmemiz ne denli mümkün olabilir?
Ramazan ayının, okuma (Kur’an) ayı, ibadet ve niyet ayı olmaktan çok serbest piyasa ekonomisi ve diyet ayına dönüştüğü, televizyon ekranlarında dönüp duran program tanıtımlarının içeriğinin sadece; “İftarda ne yiyelim, sahurda ne içelim?" sorularının cevabını aramaktan ibaret olduğunu da hatırımızdan çıkarmamak gerekir.
Bu ehven-i şer gibi gözüken tartışmaların dışında oruç ayında doktorlarımızın mesaisi çoğalır ve işyeri açma ruhsatı verir gibi ‘oruç tutacaklar- tutamayacaklar’ kategorik sıralamalarını adeta TC Kimlik numarasına göre tanzim etmeye başlarlar, ayların sultanının hemen öncesinde.
Kurban Bayramı ise, etlerin saklama koşullarından başlayan ön bilgiler sonrası; “Eti nasıl tüketmeliyiz, kurbanın neresinden bonfile, neresinden kuşbaşı, hangi yöresinden kıyma olur?” nitelikli tartışmalarını başlatır. Ancak bayramdan aylar önce fizibilite çalışmaları titizlikle yapılan; “Kurban, ‘tavuk’tan mı, ‘hamsi’den mi, ‘serçe’den mi olmalı?” üst düzey seviye donanımlı (!) yuvarlak masa çalıştaylarını da göz ardı etmemiz mümkün müdür?
Öte yandan Kurban Bayramı, kasap esnafının deneyimlerini ve engin bilgilerini paylaşma platformuna dönüşür bu mevsimlerde. Söz konusu ibadetin, bir zengin-fakir paylaşımı olduğu unutularak ‘kaçan boğa’ hikâyelerinin izlenme oranlarını şişirme servisleri piyasaya sürülür.
İskandinav ülkelerinde fok, Uzak Doğu’da balina, İspanya’da boğa katliamlarına ‘güzelleme’ yazan kalemler, kurbanın çevre ve toplu hayvan katliamı olduğunu ihsas ettiren elitler, omuz omuza vererek vejeteryanlar kulübündeki yerlerini alırlar bu dönemlerde.
Beş kg bal alana bir alyans armağan eden, çörek otu satın alan ilk beş şanslı izleyiciye umre vadeden dini motifli, bol ‘hadis’li ve çok ‘ayet’li reklamlara ne demeli?
‘Bu yıl da hacc kurban bayramına rastladı’ gibi deha yüklü çıkarsamaların manşete çekildiği günleri, “haç” ile “hacc” arasındaki farkın dahi farkındalığında olmayan ulusal gazetelerin genel yayın yönetmenlerini de unutmamalı.
Yeşilçam filmlerinde ‘Sezercik’ versiyonlu ‘Allah Baba/Tanrı Baba’ güzellemeleri ile büyüyen ve büyülenen bir jenerasyonun inançsal şaşkınlığına şaşmamak gerekir kanaatindeyim. ‘Kemal Sunal filmleri’ aracılığı ile kirli sakalı, özensiz ve ütüsüz kıyafetleri dikkat çeken, paraya düşkün, emek düşmanı “ev sahibi” hacılar, yağmur duasına çıkan çıkarcı, hafifmeşrep hocalar ve de inanç değerleri ile alay ederken seçtiği en uç örnekleri şeytani bir zeka ile insanlara sunan senaristlerin de bu manevi rotasızlıkta hiç mi payı ve günahı yoktur?
Yaptırdığı ticari amaçlı genel tuvalete gelen ilk kişiden ücret alırken; “siftah senden, bereketi …...” diyerek en kutsal, ulvî ve yüce değerle alay eden, buna paralel olarak akla ziyan bir edep dışılığı kitlelerin zihinlerinde pekiştiren yönetmen, aktör ya da metin yazarlarının hiç mi katkısı yok bu çarpık algılar toplamının mayalanmasında?
Cenaze namazlarını, Teşvikiye Camii’nden, siyah elbiselerden ve gözlerini gizlemeye yarayan yüz büyüklüğündeki siyah gözlüklerden ibaret sayan, avlu süsü, mermer memuru his yoksunluğunda bekleşen sonra da ‘iyi ki öldün’ der gibi merhumun naaşını alkışlayan musalla seyircilerinin de oluşan bu olumsuz tablodaki katkısı yadsınabilir mi?
Dinin inanç kodları, ibadet biçimleri ve ahlaki öğretisi ile bu denli istihza eden anlayış ve uygulamaların, dinin bizatihi kendisinin olmasa da tatbikinin yozlaşmasında etkili olması akıldan uzak tutulabilir mi?
Bu imajın oluşmasında doğrudan ya da dolaylı olarak katkısı olanları kritize ederken söz konusu durumun mağdurlarının da bu acı tablodaki payını yadsımadan top yekûn bir özeleştiriye de ihtiyacımız olduğunu ifade etmek zorundayız. Şairler Sultanı’nın; ”Yamadık dünyayı yırtarak dinimizden / Din de gitti, dünya da gitti elimizden” dizeleri belki de en yalın ifade biçimidir ibretlik halimizin.
Öyleyse ‘iyiliği, iyilikle çarptım, elde var din’ diyebilmek için, yeni bir birikime, eleştirel akla, muhkem bir altyapıya, sorgulayıcı bir yazılıma ve beslendiği kaynakla uyumlu bir donanıma gereksinim var. Tıpkı yazının başlığına da ilham olan Şair Attilâ İLHAN’ ın şiirinde dile getirdiği derin kaygılar gibi;
“hicrana düştük bugün
…
elde var hüzün
…
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün” …
Hüseyin ÇOLAK
Ankara-16 Eylül 2016
17 Eylül 2016, 20:15
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Evet madde ile manayı barıştıran, eşyanın hakikatini talim eden, letaif-i insaniyyeye nüfuz ederek seciye-i insaniyyeyi tanzim eden din; elbette samimi müntesiblerine istikametli bir akıl, nurlu bir kalp, ulvi bir ruh verecektir.
Din hayatın hayatı; hem nuru, hem esası;
İhya-yı din ile olur, şu milletin ihyası...
Tespitler süper yine. Birde pratik çözümlere ihtiyacımız var. İnşAllah bir dahakine.
selam ve dua ile...