24 Haziran Seçimleri 16 Nisan 2017’de Anayasa Referandumu ile kabul ettiğimiz Türk Tipi Başkanlık Sistemi olarak tanımlanabilecek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişin miladı olacak. 16 Nisan Anayasa Referandumunda, Türk Devlet Geleneğinin Kadim Bürokratik Devlet-Milli Devlet çelişkisinde Milli Devlet lehine önemli bir karar verildi. 24 Haziran seçimleri ile bu kararımız ete kemiğe bürünecek. Bu yönü ile 24 Haziran Seçimlerinde 200 Yıllık tarihe konmuş bir parantez kapatılmış olacak. Tanzimattan itibaren Devlet Başkanının yanında bir güç merkezi haline gelen, süreç içinde yetkilerini Devlet Başkanı aleyhine genişleten ve nihayetinde Devlet Başkanını sembolik düzeye indirgeyen, dış etkilere açık Babiali, Kabine sisteminden, Türk Devlet Geleneğine uygun olarak yeniden Devlet Başkanının olması gereken düzeyde yetkiye ve sorumluluğa kavuşturulduğu milat olacak 24 Haziran…
24 Haziran ile başlayan süreç hayatidir. Yeni Türkiye’nin inşa süreci olacağı için Yürütme erkinin başı Cumhurbaşkanı ile Yasama’nın aynı akılla yönetilmesi Yeni Türkiye’nin kolonlarının inşa sürecinde hayatidir. Başkanlık Sisteminde ‘Topal Ördek’ olarak tanımlanan Meclis İradesi ile Yürütme ‘Cumhurbaşkanı’ İradesinin farklı tezahür etmesi ileriki yıllarda tolere edilebilse de Yeni Türkiye’nin Kolonlarının inşa süreci olacak olan 24 Haziran ile başlayan süreçte tolere edilmesi mümkün değildir.
Bir ‘anokratik’ eskiye özlem metni olarak Meral Akşener-Kemal Kılıçdaroğlu’nun birlikte yaptığı İyileştirilmiş Parlamenter Sistem Açıklaması Türkiye’nin 16 Nisanda alınan kararın doğruluğunu tescillerken, sürecin doğal sonucu olarak tabiki 24 Haziranın önemini ortaya koyuyor. Meral Akşener-Kemal Kılıçdaroğlu’nun birlikte yaptığı İyileştirilmiş Parlamenter Sistem Açıklaması önemlidir, Eski Türkiye’nin önceliklerini ifade etmektedir.
Biz diyoruz ki; Türkiye için Parlamenter sistem tarih olmalı. 200 Yıllık bir parantez olarak değerlendirilmelidir. Çünkü, Parlamenter sistem doğası gereği Türkiye gibi kimlik siyasetinin etkin olduğu ülkelerde parçalı parlamento aritmetiği üretir. Ayrıca böyle ülkelerde ‘kimlik siyasetinin doğal sonucudur’ uzlaşma ve işbirliği kültürü zayıftır. Parçalı Parlamento aritmetiği, uzlaşma ve işbirliği kültürünün zaafiyeti ile birleşince Türk Demokrasisinin kronik krizlerini her daim yaşarsınız.
Bir başka hususta; Parlamenter sistemin temelinde Parlamento içinden çıkan hükümetin göreve devam edebilmesi için parlamento çoğunluğunun hükümeti desteklemesi gerekir. Bu desteği temin için ya seçim sistemleri ile maniplatif oynamalar yapılmakta ya da milletvekilleri ikna odalarında ikna edilmektedir. Her iki halde de temsilde adalet ilkesi ve siyaset etiği zarar görmektedir, siyaset meşruiyetini kaybetmektedir. Ülke zayıf hükümetlere mahkûm edilmektedir. Hükümet zaafiyetinin boşalttığı alanı ise bürokrasi ile demokrasi dışı güçler, vesayet odakları doldurmaktadır. Partiler doğal bir zorunluluk olarak, milletvekili listelerini tanzim ederken parti disiplinine sadık adayları tesbite çalışmaktadır. Milletvekillerimiz, milletin vekili değil, partinin vekili olmak zorunda bırakılmaktadır. SADAKAT, bürokratik ve siyasal karar mekanizmasına dahil olmak için temel nitelik olmaktadır. Bu açmazdan kurtulmak için Türkiye, 16 Nisan Referandumu ile parlamento ile hükümet sistemi arasındaki bağı kopardı. Bu bağın koparılması ile birbirinden bağımsız hükümet ve parlamento, kendi ihtiyacı olan insan kaynağını kendi önceliklerine göre temin edebilecektir. Bu da hükümet üyeleri için teknokrat yönü ağır basan bir profili, parlamento üyeleri için ise temsil ettiği millet ile aidiyet, ilişki kurabilen bir vekil profilini hakim kılacaktır. Yani LİYAKAT’ı tesis edecektir. 16 Nisan Anayasa Referandumu ile millet kararını verdi.
Dönüş yok!
Şimdi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile daha nitelikli hale nasıl getirebiliriz sorununa odaklanmak gerekir.
Burada ifade edeceğim ilk husus, kendisini bu ülkenin asli sahibi olarak gören bir kısım zevatın ‘Beyaz Türkler’ oluşturduğu kültürel hegemonyanın tesirinde kalan GENÇLERİMİZ… 15 Temmuzda vatanı için canlarını verebilecek bir fedakarlığı gösteren gençlerimiz, maalesef üniversite merkezli bir mahalle baskısının tesirindedirler. Üniversite gençliğimizin mütememmim cüzü olan Genç Akademisyenleri tedirgin etmek için, karşı mahalleye itmek için Muesses Nizamın işbirlikçileri herşeyi yapmakta. OYP’de yaşanan travma verilen büyük bir mücadelenin sonucunda Cumhurbaşkanımızın aldığı insiyatifle çözümlendi. Ancak; Cumhurbaşkanımızın ‘Kaldırın şu Doçentliğin önündeki engelleri!’ talimatına rağmen Doçentlik sürecindeki akademisyenlerin önüne Yükseköğretimdeki örgütlü Müesses Nizam yeni engeller üretmekte, kalite adına üniversiteler ardı ardına sözlü sınav kararı almakta ve yeni vesayet merkezleri tesis edilmektedir.
Evet;
2023 ve 2071 Yeni Türkiye vizyonu için bir Yükseköğretim Reformu şart. Gençlerimiz 15 Temmuzda bir tercihte bulundular. Yeni Türkiye dediler. 15 Temmuzda verilen destansı mücadeleden sonra bu gençleri Eski Türkiye saflarına iten bir akıl var. Müesses Nizam da diyebileceğimiz bu aklın tuzağına düşmemek için, gençlerimizi soysuz mahalle baskısından kurtarmak için bir Yükseköğretim Reformu şarttır. Üniversiteler, Bilim üreten ASELSAN, TUBİTAK; TAİ, Atom Enerjisi Kurumu Kurumlar, İleri Teknoloji Enstitüleri, TEKNOKENT’ler, Kredi Yurtlar Kurumunun Yurt Hizmeti veren birimi bir çatı altında organize edilerek YÜKSEKÖĞRETİM ve BİLİM BAKANLIĞI’na bağlanmalıdır.
Bu Gençlerde çok iş var….