Saatlerin bereketi mi kaçtı nedir, artık hiçbir işe hakkı ile yetişemez, kimseye vakit ayıramaz olduk. Konuşamaz, anlayamaz, muhâkeme edemez olunca da anlaşamaz olduk. Kalp, akıl, ruh ve beden sağlığımız her geçen gün daha kötüye gitmeye başladı. Bu tehlikeli gidişâtı idrâk edip mucibince icra olunmadıkça huzur olmaz hayatta diyen kadınlar ve erkekler günlük hayatını bakınız nasıl tertip etmiş?
Sabahları 04.30’da uyanmış.
Camları açıp evi havalandırmış.
Yataklarının üstünü dantelli, kanaviçeli, iğne oyalı örtülerle örtmüş.
O günün yemeğini bastırıp pişmek üzere ocağa koymuş.
Yemek ocakta pişerken;
Lavaboları ovup, eşyaların tozunu almış.
Vakit ne çabuk geçiyor, saat sabahın altısı olmuş.
Bol köpüklü sade bir Türk kahvesini evli olanlar can yoldaşıyla evli olmayanlar kimisi anacığı, babacığı, evladıyla kimisi başucu kitabıyla yudumlamış.
Saat yediye yaklaşırken ıhlamuru demleyip Allah ne verdiyse sofrayı kurup, ekmeği kızartmış.
Sofrayı toplayıp giyinene kadar saat sekiz olmuş.
Rızkı dışarıda arayıp, nasibi kovalamak lazım. Tembellik hiçbir canlıya yakışmaz.
“Sabahları gün doğarken işe gider erken erken…” diye mırıldanarak yürümüş.
Dua etmeyi,
Selam vermeyi,
Hal hatır sormayı,
İkramda bulunmayı,
Gülümsemeyi hiç mi hiç ihmal etmemiş.
Asla;
Tembellik etmemiş,
İşini aksatmamış,
Somurtmamış
Sesini yükseltmemiş,
Dedikodu etmemiş,
İftira atmamış,
Gıybete yanaşmamış,
Hırsızlık yapmamış,
Kimsenin namusuna zararı dokunmamış.
Eve varınca kapıyı, selamsız açmamış,
Hane halkına, çehresi ne ola ki yüreği ile gülümsemiş.
Birlikte yemek yiyip,
Elleri dolu dolu dışarı çıkıp hem yürüyüş yapıp hem de sokaklardaki hayvanları doyururmuş,
Her akşam en az otuz sayfa kitap okuyup kitabın konusu üzerine mütalaa etmeden uykuya dalmazmış,
Vatanın bütünlüğü, milletin selâmeti, cemiyetin ihyası ve inşası için vakıf vakıf, dernek dernek gezer emek verip sevgi derermiş.
Mağrur olma hele gönül, senden büyük Allah var! Diye uykuya dalmış…