Sanırım bu sorunun cevabını iç dünyamızda pek sorgulamıyoruz. Yoksa bu soruyu hiç aklımızdan çıkarmıyor muyuz? Eğer sorguluyorsak beraber bir kez daha düşünelim. Bakalım ilk olarak kendimize torpil mi geçiyoruz yoksa adalet terazisindeki kılıç bizi de hizaya getiriyor mu? Her birey yaptığı işte ilerlemek ve başarılı olmak isteyebilir, bunun için mücadele edebilir, bir üst basamağa adım atmayı amaçlayabilir, bunun meşru yollarını arayabilir, bu çok normal. Peki normal ve ahlaki olmayan nedir?
İnsanoğlu tekamül yeteneğiyle yaratılmıştır. Ruhen, madden ve sosyal açıdan aynı düzeyde kalmak istemez. Sürekli bir gelişim arzusundadır. Bu arzu ve gayret yoksa atalet vardır, tükenmişlik vardır ve gerileme başlar. Çünkü aynı noktada kalabilmek bile bir gayret gerektirir.İşte insanoğlu sahip olduğu özellikler ve donatıldığı yetenekler çerçevesinde harekete geçer. Amaçları doğrultusunda her şeyden pay ister, elde etme,başarma çabasına girer. Bu amaçlar her bireyin yolunu çizer.
Amaçlarımızı oluştururken hem kendi özelliklerimizi, hem hedeflerimizin mahiyetini hem de bu hedeflere ulaşırken izleyeceğimiz yolu doğru belirleyemezsek, süreç içersinde amaçlarımızın kölesi olabilir, bu uğurda yanlışa düşebilir veya ahiretimizle bütünleştirmediğimiz yolun bizi başarıdan çok mutsuzluğa götüreceğini kavrayamadan içi boş ömürler tüketebiliriz.
Peygamber efendimizin(S.A.V.) Allah'ın emrettiğinden başka hiçbir gayesi yolu ve yöntemi yoktu. Sahabe efendilerimiz, Peygamberimizin yolunu amaç edindi. Atalarımızın kurduğu devletler Allah Kelamını dünyaya yaymayı amaç edindi. Bütün bu uğurda doğru yoldan şaşmamayı, hakkı olanı almayı, hakkı olmayana el uzatmamayı hem yaşadılar hem de bizlere miras bıraktılar. Bu düsturdan çıkan toplum yapısı da devletlerin çöküşüne sebep oldu.
O halde ne oluyor bizlere de amaçlarımızı sorgulamadan büyük oranda nefsimizin rehberliğinde hedefler belirliyoruz,ne pahasına olursa olsun bizim olsun vurdumduymazlığı ,bizden olsun kayırmacılığı içinde, en ufak kazançları mubah sayıyor,ilerlediğimiz yolda kimin incindiğine, hakkının çiğnendiğine aldırış etmeden kendi ruhumuzu rahatlatacak bahanelerle yol alıyoruz. Soruyor muyuz kendimize bu konum ve işe,bu göreve,bu makama benden daha layık birileri olduğu halde neden ben nemalanıyorum diye? Allah bize izin verdi diye hakkımız olduğunu mu, hesaba çekmeyeceğini mi düşünüyoruz.Ya da ben olmasam falan kişiler, falan zümreler elde edecek ve memleketimiz zarar görecek kayırmacılığı içinde miyiz kendimizi.
Ya da içimizdeki kin ,öfke,haset sebebiyle bir görevi hakkıyla yerine getirenin yerine geçmek,onu o makamdan indirmek için elimizden geleni yaparak neye hizmet edeceğimizi düşünüyor muyuz acaba? Niye ben değil sorusu şeytanın sorusu değil mi? Çıkarıyor muyuz isteklerimizi vicdanımızın terazisine? Yoksa biat mı ediyoruz nefsimizin emirlerine?
Makamın, yetkinin, imkanın, ateşten bir gömlek olduğunu, istenerek bu gömleğin giyilemeyeceğini ama bu zorunlu gömleği giymek bize düşerse de hakkıyla giymek için kılı kırk yararak hareket edip cesurca görevimizi ifa etmemizin bilincini ruhumuza yedirmeli, karakterimizin parçası haline getirmeliyiz. Ayrıca nasıl Hz.Ali hilafet makamını şehadeti pahasına zulme bırakmadıysa, Hz.Hüseyin bu uğurda can verdiyse, hakla alınan ve layıkıyla yapılan görevlerden kaçmamanın, hak'tan uzak olana yaklaşmamanın bir izzet meselesi olduğunu yaşayarak göstermeliyiz insanlara.
Unutmayalım ki,her şeyin doğrusunu Allah bilir ve biz ancak doğru olana yönelmekle yükümlüyüz.