Üniversite yıllığımda benim için; “Çok şey değil bir şey ol” diye yazmıştı arkadaşlarım. Onların dediğini tutamadım. Yıllar geçti sahiden ben birçok şey yapmaya çalıştım. İki elimle birden fazla karpuz taşıdım. Öğretmen oldum daha stajyerken aynı zamanda radyo programcılığı da yaptım. Okul müdürünün, “stajyerliğini kaldırmam” tehdit vari ikazına aldırmadan “elinden geleni ardına koyma” karşılığını vererek yoluma devam ettim. Aynı yıl Öğretmenler Vakfı adına bir dergi çıkardık ve ben genel yayın yönetmeni oldum.
Askere gittim. Otuza yakın öğretmen arkadaşımız vardı. Okuma-yazma bilmeyen otuz beş askere, gönüllü olarak okuma-yazma öğrettim. Diğer arkadaşlarım dinlenirken ben öğretmenlik yaptım.
Askerlik dönüşü fiili olarak kurulu olan ama resmiyet kazanmayan Eğitim Bir Sen Gaziantep Şubesi’nin yedi kişilik kurucuları arasında yer aldım. O dönemde -98’li yıllarda- Eğitim Bir Sen’li olmak ve bir de kurucusu olmak ateşten gömlek giymekti. Daha sonra Ankara’ya gelince sendikacılığa önce iki nolu şube yönetiminde ve ardından üç nolu şube başkanı olarak devam ettim. Bütün bunlar daha yazımın girizgahı ve amacımda size kendimi anlatarak o kıymetli vakitlerinizi almak değil. Şube başkanıyken bir anda kendimi ilçe milli eğitim müdürü olarak buldum. Bir buçuk yılda çok işler yaptık. Hayatımda belki de en çok çalıştığım dönemdi. Bir tek amacım vardı, dezavantajlı bölgedeki çocuklara daha fazla ne yapabilirim. Elbette biz ilçe müdürü olarak çalışırken ayağına bastığımız birileri de boş durmadı. Bir anda nasıl ilçe müdürü olduysak, yalanlar, iftiralar sonucu yine bir anda ilçe müdürlüğünden alınmış olduk. Kaderin cilvesi bu olsa gerek, hayatını “başörtüsüne özgürlük” için adayan biri “Türkiye de bir ilk başörtülü ilçe müdürü” başlığıyla kamuoyuna duyurulan, profesyonel kurgulanmış bir tezgahla, yıllarca eşimden dolayı yaşadığım mağduriyet şimdi işimde karşıma çıktı. Resmen “başörtüsü” mağduru olduk. Bu kısımda yer alanlarla ilgili sadece bir hadisi hatırlatarak bölümü sonlandırmak istiyorum. “Canı yananlar sabretsin, can yakanlar canının yanacağı günü beklesin.” Yine asıl meseleye gelemedim, benim meselem bu da değil.
Benim meselem, tarihte sıklıkla rastladığımız ama son yıllarda tarihtekilerin toplamından daha fazla olan; yalan-dolan ve iftira üçlemesinin zirve yapması. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olamayan bir dönem. Dün birlikte kardeşlik sloganları atanların bu gün akla hayale gelmeyen kalleşlikler yapmaları. Küçük bir menfaat için babasını bile satma pozisyonları. Bunlar dünde vardı elbette ama bugün kıtalar dolaşıyor. Bu mevzu ayrı bir bahis konusu. Buna başka bir yazıda devam ederiz.
Gelelim asıl konuya. Görevden alınalı bir yıl oldu. Samimi olarak halimi hatırımı soran çok fazla arkadaşım, kardeşim var. Allah hepsinden razı olsun. Elhamdülillah asla yalnızlık hissetmedim. Yalnız şunu yaşadım. Daha önce günde on sekiz kez arayanlardan bazıları ayda bir kez aramaz oldu. Daha önce müdürüm, müdürüm, başkanım, başkanım şeklinde ceketlerini üç tarafından düğmeleyenlerin “ilhancığım” demelerine şahit oldum. İnanın bunların hiç birine takılmadım. Üç yaşından bu tarafa öğrendiğim, “hayırda şerde Allah’tandır” düsturu her an yanımda idi. Bu düstur varken mutsuz olmam, ümitsiz olmam söz konusu bile olmazdı. Yukarıdakiler hayatın gerçekleri idi.
Benim takıldığım taraf ve yazıma da konu olan taraf; iyi niyetle ya da değil kiminle konuşsam, ne zaman “bir şey olacaksın” kısmı. Arkadaşım, kardeşim diyemiyorum tabi kırmamak için, Allah’ım bana çok güzel bir meslek vermiş elhamdülillah. Kıymetini bilirsem, hakkıyla yerine getirebilirsem bundan daha güzel bir meslek tanımıyorum. Geleceği inşa ediyorsun bundan daha ulvi bir görev var mı? Ama yok illa bir şey olmalısın. Bak sen yıllarca sendikacılık yaptın. Şubatın en soğuk günlerinde bile korkmadın, yılmadın, kaçmadın ben buyum dedin. Dışarıdan birileri geldi bak onlar ilçe müdürü, il müdürü, genel müdür oldular. Bu senin hakkın muhakkak bir şey olmalısın. İnsanlar bunu bana söylerken zihnimin en berrak yerinde duran aşağıdaki hadis aklımdan bir saniye bile çıkmıyordu.
Ebû Hureyre radıyallahu anh, Resûlullah (sav)i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb–ı Hak:
– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.
– Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.
– Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.
Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:
– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.
– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur'an okudum, cevabını verir.
– Yalan söylüyorsun. Sen "âlim" desinler diye ilim öğrendin, "ne güzel okuyor" desinler diye Kur'an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.
– Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.
– Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır."
En çok korktuğum bu hadiste anlatılanların durumuna düşmek. Allah’ım ben sadece sana kul ve Rasulüne, habibine ümmet olmak, vatanıma, milletime faydalı bir insan olmak istiyorum. Ve haykırıyorum; kıymetli arkadaşlarım, kardeşlerim, analarım, bacılarım; olanlara hayırlı olsun, “Herkesin her şey olmak istediği bir dönemde ben bir şey olmak istemiyorum.” Selam ve dua ile…
- - - -