Üniversite yıllarında Ankara’da derme çatma küçük salonlarda yapılan siyasi ve kültürel organizasyonlara genelde Abdurrahman DİLİPAK çağrılırdı. DİLİPAK, ayakta ve uzun analizlerle süslediği konuşmalarında ana temayı vurgulamak ve işin hülasasını göstermek adına :” Karanlığa küfretmek yerine kalkıp bir mum yakın” ifadesini sık sık dile getirirdi kendisini dinlemeye gelen biz gençlere.
Darbe kalkışması, paralel ihanet ya da 15 Temmuz kâbusu; adına her ne dersek diyelim, kanımca söylenecek çok şey söylendi bu konuda. Salt sloganlardan sıyrılıp yeni bir hamle başlangıcı için start vermemiz gerekiyor. Mevlana’nın “Dünle beraber gitti cancağızım/Ne kadar söz varsa düne ait/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” dediği gibi bir yandan toplumsal mutabakatı sağlarken öte yandan da yeni projeler üretmek, hayata geçirmek ve de geleceğin inşası adına var gücümüzle çalışma zorunluluğumuz çıkıyor ortaya.
Toplum katmanlarının, farklı renk ve tonlarının bu denli birbirine yaklaştığı ve duygu yakınlaşması yaşadığı bu süreci doğru okumamız, farklılıklarımızı bir tarafa bırakıp, ayaklarımızın altına asgari müşterekleri kaymaz zemin yaparak yere daha sağlam basmayı başarmamız gerekiyor. Çünkü ileriye doğru adım atmadan önce destek ayağımızın altındaki zemin ne denli sağlamsa atacağımız adım da bir o kadar sağlam ve kararlı olacaktır.
Bu itibarla slogan kahramanlığından, kelâm entelliğinden, kalem efeliğinden ve laf ebeliğinden eski bir gömleği çıkarıp atar gibi sıyrılıp kurtulmamız gerekiyor. Demokrasi nöbetlerinin üçüncü haftasında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önünde nöbet tutan bir vatandaşın, gece yarısı kendilerini selamlamaya çıkan Sayın Cumhurbaşkanımıza 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da final niteliğinde yapılması düşünülen demokrasi şölenini kastederek ; ”7 Ağustos’tan sonra biz ne yapacağız?” ironi yüklü sorusunun cevabı da belki burada yatıyor.
O gece yaktıkları yürek meşaleleri ile sokakları aydınlatanlar ve ‘Sisler Bulvarı’nı, ‘Hisler Bulvarı’na dönüştürenler şimdi de; vatan, millet, bayrak ve devlet renklerinden oluşan ‘Birlik’ sancağını omuzlayıp sabahın ilk ışıkları ile eğitim meşalelerini yakarak minarelerden yağan ezan ve salalar eşliğinde yeniden yola koyulmalılar.
Esnafı için; her şeyin, ‘alış ve satış fiyatından, kamu çalışanı için mesai saatlerinden, işçisi için çekiç sayısından ibaret olmadığı bir emek algısının yaşam felsefesi olduğu bir millet bilincini geçici depremlere dayanıklı hale getirip kalplere ve kalıplara yerleştirmek zorundayız. Kısaca bizi biz yapan fabrika ayarlarına dönmek durumundayız.
Eylemlerin/amellerin, arzın öteki yüzüne de baktığını göz ardı etmeyen bir inançsal kodlama sisteminin hemzemin geçidinde hazır kıta beklemenin zorunluluğuna ve köprüden önce son çıkış oluşuna işaret etme gereğini de zihinlere kazımamızın vatani, insani ve vicdani vazifemiz olduğunun farkındalığına varmakla yükümlüyüz aslında.
‘Suriyeliler devletin verilmiş sadakasıdır’ fehvasından hareketle bireysel yatırım hesaplarımıza yönelik, peşin ödemeli ve karşılığının en az on katı ile geri ödeneceği (6/160) ‘verilmiş sadaka’lara yatırım yapma zaruretimiz var şimdi. Tüm bireyleri ile evrensel muhabbete, müebbet bir mahkûmiyetle hüküm giyme gibi bir ev ödevi bekliyor bizi.
‘Tespit’ eşiğinden geçtik, ‘teşhis’ merdivenlerini tırmandık, ‘tedavi’ avlusundayız artık. Konsültasyon neticesi hızla ilaç, cerrahi müdahale, fizik tedavi ve rehabilitasyon sürecine başlamayı vatani görev saymak sorumluluğunun omuzlarımıza manen yüklendiğini günde asgari beş vakit hatırlamak ve tekrar etmek zorundayız.
“Her eylem yeniden diriltir beni/Nehirler düşlerim göl kenarında” diyerek hayallerini dizelere döken şairlerin hatırasına sahip çıkma adına yeni bir dirilişe, yeni bir iştiyaka muhtacız şimdi. Her birey konumu gereği bulunduğu yerde bir ‘mum’ yakmalı etrafını aydınlatmak için. Uyuyan uyanmalı, oturan ayakları üzerine doğrulmalı, ayakta olan yürümeli, yürüyen koşmalı, koşan yarış atları gibi çatlamalı. Çatlarsa da;
“Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!” diye haykıran birileri olmalı.
“Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan geçerdi babam” terennümü dilinde, ‘gül alınıp gül satılan’ pazarlarda merasim yürüyüşüne eş, alnı ayak ucunda arzı endam eden çocuklara yarınlarınızı emanet etmek istemez misiniz?
Kardelenler yararken ağır geçen kışların kesif tabakasını, sabır ve umut meyveli ağaçların patlarken bir bir tomurcukları, hazır mıyız yeryüzü soluklu ilkyazı karşılamaya? Yakın baharlarda açacak çiçeklerin buram buram rayihası şimdiden geliyor mu burnunuza?
Çatlayan tohumların kutlu sesini siz de duyuyor musunuz?
Hüseyin ÇOLAK
Ankara-06 Ağustos 2016
08 Ağustos 2016, 11:36
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
İleriye yönelik guzel hedefler zikredilmis .
Kaleminize ve yüreğinize sağlik