Şehirlerin üstüne gökten kar ve yağmur suretinde hüzün düşerken,‘fitil tutmaz’ yaralarına aldırmadan hüzne şerh düşmenin derdinde kalem. Kendi içine doğru yolculuğun kaygısından uzak, göç telaşında mevsimlik tutkuların.Oysa kılcal damarlarında vizesiz dolaşıyor insanlığın, sayısız sitem ve elem.
Günlük sıradanlıklar arasında kaybolup giden,küllenmeye yüz tutmuş nice değerlerimiz yetim bir çocuk gibi sükut hırkalarına bürünüyor. Sıcacık bir somun gibi bedelsiz gülümseyişlerin,içten selamların yerini;bin yılın yabancısı eller, fiziki haritalara benzeyenyüzler ve onlarla ayrı bir dünyada yaşıyor gibi iliştirilmiş iğreti bakışlar alırken,yorulmaktan yorgun çehrelerin gölgeleri düşüyor kaldırımlara. İş dönüşü,ceplerinde telaştaşıyan insanların dudağının kenarına iliştirdiği yapay tebessümleri, iz bırakıyor adımlanmaktan eskiyen kentlerin parke taşlarına.
Hızla değişiyor isteklerimiz,oyuncaklarımız,ilgilerimiz ve biz…Zaman,koşuşturarak giden bir trenin camından geriye doğru dönüp bakar gibi mazide kalıyor,yeni fotoğraflar sunuyor hayatımıza.Ama eskiye dair ne varsa bir değirmen gibi öğütüyor, üstüne ölü toprağı serpilen hatıralarımızı siyah beyaz resimlerin solgun insafına bırakırken.
Apartman bahçeleri,kapı önleri,asansör kabinleri ve daha nice kimliğimize tanıklık eden mekânları mesken tutan hüzünlerimiz,insanların birbirinin yüzüne bakmaya cesaret edemediği melûl ve tenha sokaklardan geçip adeta sağır ve dilsiz kaldırımları ürkek adımlarla arşınlayarak ilerliyor,bir yolcu gölgesi gibi zamansız kaygılarla örülü rüyalarımıza.
Herkes kendi yalnızlığına doğru koşuyor ürkek adımlarla. Adım başı tuzaklarda kendi sonunu hazırlıyor insan. ’Ateşten bir çukurun kenarında iken, oradan kendisini çekip çıkarana’(3/103) aldırmadan.
‘Kuşlarına kurşun değmeyen
Şehirleri arıyor şimdi
Kundaklara sarılı kuş ölüleri’ dediği gibi şairin;
Geceleri yalın bir yalnızlığı yaşıyor şehrin en büyük meydanları,gündüzün olanca kalabalılığına rağmen.Sırrın,serden önce geldiği,sur içinde kaldığı,Sur’a kadar sürdüğü günlerin heybesini toplayıp çoktan yollara düştüğü günlerin özlemi düşüyor yüreğimize.
Yusuf’la sınanan, Yusuf’u sınayanı bilseydi, Yusuf’un sığındığı gibi sığınmaz mıydı sabrın ve sevdanınSultanı’na, üstüne sağanak sağanak hüzün yağarken.
Yeni eskidir eskiden, eskidir yeniyi eskiten dedirten elbiseler sarıyor bedenimizi.Oysa bir şiir,bir kandil gibidir aydınlatır yalnızlığın dehlizlerini ve büyütür sofralarımızı. Gündür gelir geçer gemiler gibi,gece ki rengini saçlarından alan nice sevgilileri bırakıverir maviden düşlerimizin yanı başına.
Bir yağmur damlası düşse saçlarımıza,bir kırağı ansız belirse şakaklarımızda, bir yaprak düşse habersiz dalından,bir anne ağlayan bebeğinin yanağına dokunsa şefkatle,bir gonca açsa gülşeninde zamansız,bir çift avuç uzansa Yaradanına boynu bükük.Naif bir yürek, nazenin bir kelebek,nazlı bir çiçek gibi konar alnının pervazlarına,konuklanır kalbinin güvertesinde, konaklayıverir gönül penceresinin küpeştesinde, soluklanır kirpiklerinin gölgesinde,alır uykusunu ve yalnızlığını yorgun düşüncelerin.
Bir fesleğen gibi dokundukça rayiha yayan,sokuldukça merhamete aç sokak kedilerine bile kucak açan seccadelere düşürülen alınlara muhtaç odalarımız.Dostun doksan dokuz esmasına nazire yaparcasına kuka tespihlerin çağıldayışına tutkun kulaklarımız.
Kadim bir alfabeden bulup ‘Elif’ ve ‘Mim’ harflerini özenle heybesinde biriktirseydi keşke, duru bir nehirden dingin suları yudumlar gibi duaya kıvrımlanan suskun dudaklarımız.’O eski kadim iklim kim bilir nerde sürer’ diyen zarif ozanlardan yoksun kaldı başucu kitaplarımız.
Soluğuyla ısıttığı çayını gözlerinde demleyip avuçlarında sevdiğine sunanlardan haber veren sabah yeli nerelerde esmektedir şimdi?
Hüzne ve sabra işaretlenen haritalarda; el yordamıyla arayabilseydik, kurak iklimlerde bulutlardan sabır sağarken, göğünden hüzün damıtan çelik bilek, yufka yürek adamların soluğuna yaslanan kentleri.
Yanağından süzülüp dizlerine düşen bir gözyaşı ne kadar anlatabilir kutlu vakte özlemi.Edip bir edep ile önüne düşürülen bir kirpik ne denli şerh edebilir hüznü.
Unutma ey İnsan! Eyyûb’a sunulan, senden esirgenmedi…
- - - -