İÇİMİN MAHÇUP KUŞLARI


Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

10 Şubat 2019, 18:52

Senden sonra çoğaldı saçlarımda gümüş iplikler. Senden sonra ağrıları sıklaştı göğsümün. Yalnız annem biliyor artık kalbimdeki ağrıyı. Çünkü yalnız anneler öper çocukları kalbinden. Hatırla, bir sen bilirdin doktordan bir de sensiz kalmaktan korktuğumu.
Bir ıssızlık sürüyor izimi şimdi. Yaban, hoyrat ve öylesine. Sussam razı değil dil, konuşsam tevatür bir rivayete dönüyor dilden dile. Eylül on bir boğum, yalnızlık aynı bütün dillerde. Tarihleri şaşmadan sıralayan belleğin yeni kronolojiler ezberlemede.
Senden önce ile senden sonranın ortasında kalan sen kesiti, geceyi örten tül gibi savruluyor penceremden. Tenhada bir derviş el vermiş bana sanki apansız duruyor semazenler.  Can suyum yok ama gitmeseydin gülü sağaltan bir bakışın olurdum belki de.
Firari turnalar yırtarak geçiyor yüreğimden, bir sala sonrası müezzinin donuk sesinde yuvalanan ölüm ilanı gibi. Vur beni, kahramanım ol, kopar iklimlerden. Hiç yaşanmamış bir aşka, koklanmamış bir çiçeğe dönüştür sesimi. Sırlarını döken bir bakışı ol aynalarımın.
Biliyorum ilkyaz tutkulu sevdalara dolanan ayakların getirmeyecek artık seni bana. Klavyede ilk harfine dokunmam dönüşmeyecek ismine kendi kendine. Harflerin sakıncalı, ismin yasaklılar arasında, künyen habersiz gidenler listesinde.
Dokunurdun ıtır kokardı ellerim, kokusu sinerdi şiirlerime. Gemisini bekleyen kayıp bir liman kalbim, sensizlik lapa lapa yağıyor yüzüme, akşam başka aşkların kuşatması altında direnirken. Sevmek suçundan hüküm giyen bir derviş gibi mahrem sırlarıyla gömülen.
Bir bilgenin kar beyaz sakallarının arasından kurşun gibi ağır sözler kayıp düştü avuçlarıma; ‘Tenden geçmeden tine varılmaz Ey Can! Hep bir kez ölür insan. Gülü yele ver ama zinhar ele verme! Ah keşke güllerle donattığım bir gökyüzü getirebilseydim sana.
İnce bir yağmur olsaydım usul usul inseydim saçlarına. Sen de biliyorsun yaz bitiyor, soluyor begonyalar saksılarda.  Ah bir gülüşün düşseydi pencerenden baharlar açsaydı sokağında. Perdeler kalın, perdeler duvar, hüzün zindanını gizliyor gibi, bir kırağı ayazı zifiri karanlıkta.  
Baktığım dağlar da yalan, aktığım sular da. Anlamını yitirdi kalbimin ayracında kokular, sınandım alevinle tenimde küle dönen yanıklar. Bir yandan ölüm habersiz bir konuk gibi gelip dayanıyor kapıma. Kaç çeşmenin suyu kurumuştur eskiyen göğsümde fütursuzca.  
Şems’in olacaktım oysa, döndüm işte kendimden önce. Ay bazen yalnızlıktan doğar kırılsa da karanlığa. Çağıl sevdaların en kuytusunda bir kutup yıldızı bir de deniz sığardı aramıza. Yarım bir hikâyeydi düşen gökyüzünden bahtımıza. İçimin mahcup kuşları elbet bir gün konacak kalbinin en tenha saçaklarına.      
Yusuf’un olacaktım Kenan’da. Kuyular yıldıramayacaktı beni, kervanlar, varideler, uğramasa da yolumun üstüne. Masumiyet rengi solmasaydı gömleğimin elbet merhem olacaktı Yakup’un gözlerine. Sınandığım bütün gömlekler iğreti duruyor üzerimde.
İsmail’in olacaktım İbrahim’in şefkat bıçağının altında. Daha ilk vuruşta bıçak indi derimin en derinine. Oysa bıçak yalçın taşa ayarlıydı, bir güle bir de cana kıyamazdı, yalnız taşı biçerdi ortasından ikiye. Hamurun taşla aynı dedi bir derviş, bundandır bıçağın işlemesi tenine.
Eyyûb’un olacaktım, ne zaman arasan sabır vadisinde bulduğun. Sarınıp yarasına, en ağrılı yerinden kırılan dalları onaracaktım. Yara soran değil yara saran olacaktım. Yardan atlar gibi hekim reddeden yaralara tutunup hep sana koşacaktım.
Yunus’un olacaktım yeryüzü dergâhında. Eğri sözüm, kırık dalım, kısık elim, mahkûm dilim, mahcup yüzüm, mahmur gözüm olmayacaktı. ‘Hikmet mi buğday mı?’ seçiminde yüreğim çatal durmayacaktı. Umudun bütün yaralı kırlangıçları, ‘herhangi’ uçurumundan sabırla geçip ‘bizim’ makamına varacaktı.
Hüseyin’in olacaktım Kerbela’da. Su gibi isteyen seni. Kılıçlar ardı ardına inerken gövdeme, kolum kanadım al kanlara boyanırken dolunaya bakar gibi bakacaktım yüzüne. Seni özlemek azığım olacaktı, senden başka hiçbir gölge yokken üzerimde.
Ne hasrette Yakup’un ne masumiyette Yusuf’un ne ateşte İbrahim’in olabildim. Ne sabırda Eyyûb’un ne samimiyette İsmail’in kalabildim. Döndür kalbimi iki parmağının arasında, döne döne evrilsin sana. Sökülüyor her seferinde ördüğüm ömür hırkalarım baştanbaşa.
Senden başkasına susamadım sevdiğim, susadım ama konuşamadım.  Susmanın susamaktan daha zor olduğunu anımsadım. Islandım her yağan yağmurda usandım ama uslanmadım. Tükenmez sandım her nefesi, son heves sandım sınandığım her sesi.    
Döndüm, bütün pası kadim demir kapılardan. Dört kapı, kırk makam nedir bildim. Artık anladım ve ikrar ettim; anahtarı sen, kilidi sen bütün kapıların ve aslında kapı da sen. Kulun kıl beni, geldim kapına. “Ben yenildim Rabbim yardım et bana!” (54/10)