Mevlana’nın pergel metaforunu bilmeyenimiz yoktur. Mevlana bu metaforu ile; bir Müslümanın dünyaya bakışını, hayata ve olaylara yaklaşımını ortaya koyar. Der ki Mevlana;
"Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım". Yaptığımız iş, bulunduğumuz konum, mevki veya makam bu anlayış ile sarmal edildiğinde –fazladan- uyarana gerek olmaksızın hataya düştüğümüzde yahut yanlış bir karar verdiğimizde, iç muhasebe yapmamıza, hatalı veya yanlış kararımızdan dönmemize vesile olacak bir mekanizmadır bu.
Medeniyet değerlerimiz, inancımız veya dünya görüşümüz; işimizin adı ne olursa olsun ya da hangi makamda bulunursak bulunalım -Mevlana’nın sınırlarını çizdiği metafor örneğinde olduğu gibi –şaştığımızda bizi uyaracak, istikametten ayrıldığımızda bize doğru yolu hatırlatacak bir hassasiyet kazandırır.
İyiliklerin artırılması, kötülüklerin azaltılması, bizim sendikal misyonumuzun gereği tabi bir durumdur. “Bir kötülük gördüğünüzde elinizle düzeltin, eğer buna güç yetiremezseniz dilinizle düzeltin, buna da gücünüz el vermiyorsa kalbinizle buğz edin ki buda imanın en zayıf derecesidir.” hadisi ile,bu anlayışımızın yol haritası belirlenmiştir. Bu anlamda ortaya koyduğumuz veya koymamız gereken eylem ve söylemler, sendikal tutum ve duruşumuz, pergel metaforundaki sabiteleri ortaya koyar.
Kimileri sendikacılığı salt üye kaydı veya üyelerinin özlük hakları ile sınırlı bir zemin olarak görebilir. Bu bir yönüyle bakıldığında anlamlı da görülebilir. Ancak üye de sendika yetkilisi de nihayetinde ülkesine karşı sorumlulukları olan bir vatandaş, Rabbine karşı sorumlulukları olan bir kuldur. Bu yadsınamaz gerçek bize; üyemizin uğradığı haksızlığa geçit vermemek için hukuk mücadelesi, emeğin ve alın terinin hakkını aramak için irade ortaya koymak gibi bir sorumluluk yüklediği kadar “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline!” ayetini ihlal eden yönetim erki ile de -sahip olduğumuz değerler gereği -gücümüz oranında mücadele etme sorumluluğu da yükler.
İyiliklerin artırılması ve kötülüklerin azaltılması bizim için klişe bir sözden ibaret değildir. Yaslandığımız değerler, hak ve adalet mücadelemiz her daim, içimizden çıkan Ömer dahi olsa yanlışa düştüğünde onu düzeltecek sendikal bir hassasiyeti icbar eder. Hani Hz. Ömer(r.a) bir gün hutbede sahabeye dönerek;
“-Ben Haktan ayrılırsam ne yaparsınız?” demişti de Sahabeden çelimsiz zayıf birisi elindeki kılıcını kaldırarak;
“-Seni şu eğri kılıcımla düzeltirim Ya Ömer!” diye karşılık vermişti. Çoğumuz bu kıssayı dinlerken Hz.Ömer’e odaklanırız. Oysa Ömer gibi kudretli ve bir o kadar da adil yöneticiye “Seni şu eğri kılıcımla düzeltirim!” diyebilecek yürekli, adaleti ve hakkaniyeti her şeyin üstünde tutan sahabe bizim için daha anlamlı bir örnektir.Yanlışı kim yaparsa yapsın karşısında olmayı, doğru kimden gelirse gelsin yanında olmayı salık veren bu kıssa bize kendi medeniyet değerlerimiz bağlamında sendikal mücadele zemininde yepyeni bir ufuk sunuyor aslıda.
Eğer biz yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızın hesabını vereceğimiz güne inanıyorsak, başkasının bahçesine uzanan dalın kökü bizden diyerek kesmekte tereddüt edemeyiz. Hiç bir hudut tanımayan lakin bize “Haddinizi bilin!” diyerek makamından aldığı güç ile tehdit savuranlara da kendi yanlışını doğrulatmak için 28 Şubat günlerinden alışık olduğumuz “ikna odaları” üzerinden kimilerine minareye kılıf sadedinde -yarayışlı- ifade vermeyi telkin edenlere de eyvallah edemeyiz. Dün “Ey cemaat beni dinleyin!” diyen Ömer’e (r.a) “Ey Ömer seni dinlemiyoruz!” diyebilecek bir müktesebata sahibiz. Sözün tamamı akıllı insana hakarettir gerçeği üzere, kıssadan hisse almaya hepimizin ihtiyacı olduğunu hatırlamakta fayda var.
Her kim oturduğu koltuğun hakkını vererek; Ömer(r.a)gibi en beklenmedik anda hesap soranlara suhuletle cevap veremiyorsa hesapta bir yanlışlışı var demektir. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını sormak da, haksızlığa uğrayan üyenin yanında olmak da bizim sendikal görevimizdir. Kimsenin haddini zorlayarak bize işimizi öğretmesine de müsaade edecek değiliz.