İNSANLIĞIN BÜYÜK FELAKETİ : TÜRK TEHCİRİ
Üsküp ki Şardağı’nda devamıydı Bursa’nın
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın
Y.Kemal Beyatlı
17. Yüzyıldan itibaren, Avrupa’da hız kazanan sanayileşmenin ihtiyaç duyduğu hammadde ve pazar ihtiyacını karşılamak buna bağlı olarak, milli devletlerin kurulmaya başlamasıyla da homojen nüfus yaratma isteği ile dünyanın bir çok yerindeki “ mazlum milletler”in tehcir, katliam, soykırıma tabi tutulmalarına sebep olmuştur.
Bu tehcirlerden biri de, Ermeni Tehciri olarak bizim ülkemizde yaşanmıştır. Türklerin Anadolu’ya girişinden itibaren, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine kadar, Türklerle gayet iyi ilişkiler içinde yaşayan Ermeniler, dünyadaki genel gidişata ayak uydurmak istemiş ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki Osmanlı İmparatorluğu’nun zor durumundan da yararlanarak kendi milli devletlerini kurmak ve Doğu Anadolu’dan yaşayan Türkleri uzaklaştırıp homojen bir Ermeni nüfusu oluşturmak amacıyla ayaklanma başlatmışlardır.
1915’de Osmanlı İmparatorluğu hem ayaklanmayı önlemek hem de Doğu Anadolu’da yoğun olarak yaşanan Türk ve Ermeni halkları arasında büyük acılara sebep olan çatışmayı engellemek amacıyla Ermeni halkına karşı tehcir uygulanmıştır. Yaklaşık bir milyon Osmanlı vatandaşı Ermeni zor şartlardaki yolculuk sırasında salgın hastalıklar ve o dönem Türkiye’sinin şartları gereği, çok görünen eşkıya baskınları, sebebiyle birçok Ermeni’nin katledildiği bir dizi acı olaylar yaşanmıştır.
1915’de yaşanan bu olayın üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen Ermeniler adeta o tarihe takılıp kalmış, filmler, belgeseller, kitap ve broşürlerle, yaşanan acı olayları tekrar tekrar üreterek kin ve nefret söylemini yeni nesillere aktarmışlardır. Ermenilerin, bütün dünyada yürüttükleri faaliyetlere bakılırsa “ tehcir “in sadece kendilerine uygulandığı intibaı oluşturmaktadırlar. Oysa dünyadaki tehcir ve katliamların en acımasızı Türk milletine uygulanmıştır. Osmanlı-Türk İmparatorluğu kuruluşundan itibaren, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Avrupa, Orta Doğu ve Kırım’da birçok milleti bir arada yaşatmayı başarmıştır. Oysa Osmanlı Devleti’nin geri çekilmeye başlamasıyla birlikte, çekilmek zorunda kalınan yerlerin yeni hakimleri aynı dirayeti gösterememiş, Türkler büyük sürgün ve katliamlara uğramışlardır.
Geniş Osmanlı coğrafyasından ilk sürgün Kırım’dan oldu. 1777’de Ruslar’ın Kırım’a girmesi üzerine, Kırım Türkleri, deniz yoluyla İstanbul ve Anadolu’ya, karayoluyla Dobruca’ya doğru kaçmaya başladılar. Rus işgali genişledikçe Kazan ve Kırım’dan 1.800.000 kişi göç etmiştir. Bundan sonrada askerin çekildiği, bayrağın indiği her yerde , Türk milleti göç etmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı Devleti, Kırım’dan sonra Kafkasya’yı da kaybetti. Kafkas halklarının ve Osmanlı’nın büyük kahramanı Şeyh Şamil 1834’den 1859’a kadar yürüttüğü 25 yıllık direnişten sonra teslim olmak zorunda kaldı. Kafkasya’nın Ruslar tarafından işgalinden sonra Çerkezler, Çeçenler, Dağıstanlılar ve Abhazların bir kısmı gemilere doldurulup, Osmanlı limanlarına gönderildi. Büyük kitle ise karayoluyla Anadolu’ya göç ettirildiler.
Tarihçi Kemal Karpat, 1859-1914 yılları arasında Kafkasya’dan 2,5 Milyon Müslümanın Anadolu’ya göç ettirildiğini bunun yarım milyon kadarının yollarda öldüğünü ortaya koymaktadır.
Türk tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ından ( 93 Harbi ) sonra 300.000 bin Müslüman katledilmiş, Bir milyon kişi de Anadolu’ya tehcir edilmiştir.
Bu tehcir ve katliamlarda sayısız korkunç olaylar yaşanmıştır. Bunlardan “ Harmanlı Katliamı “ olarak bilineni yaşananların en korkuncudur. Ocak 1878 ‘de Rus, Don Kazakları ve Bulgar çetelerinden oluşan birlikler, 20.000 araçla ( at arabası , kağnı v.b. ) yola çıkan yaklaşık 100.000 kişilik muhacir kitlesine dağlık ve ormanlık alanda, adeta bir sürek avı şeklinde katliam yapmışlardır. Katliamdan sağ kurtulanlar Meriç nehri kıyılarında ve dağlarda soğuktan ve açlıktan kırılmıştır.
Türk tarihinin diğer bir büyük felaketi, Balkan Harbi’dir. Osmanlı’nın bu savaşta kaybettiği toprak 167 bin kilometrekaredir. Savaştan önce Balkanlardaki Müslüman nüfusu 1.815.000’di. Hemen tamamı Türk’tü. Balkan Savaşı ve sonrasında uygulanan etnik temizlik ve nüfusu homojenleştirme politikaları sonucunda, Balkanlardaki Müslüman sayısı 370.000 ‘e inmiştir. Balkanlar da yok olan bu 1.445.000 Türk’ün 812.000’i muhacir olarak Türkiye’ye ulaşabilmiş 633.000 bini ise öldürülmüş veya Türkiye ulaşmak için çıktıkları göç yollarında açlıktan, hastalıktan ölmüştür.
Türk ve insanlık tarihinin, bu büyük dramını, Necati Cumalı, “Viran Dağlar” adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: ” İlk silahlar patladıktan sonra akıllar durdu. Yaptığını ettiğini bilemez ölçemez oldu silah seslerini duyanlar. Kan tutmuştu ordudakilerle birlikte sivilleri de. Çok kan döküldü cephelerde. Cephelerden daha çok cephe gerisinde can aldı savaş. Büyük küçük, kadın çoluk çocuk, yaşlı demeden binlerce kişi süngülendi, ateşe verilen evlerinde öldü. Savunmasız kadınların ırzına geçildi. Göç yollarında vurulmuş, düşmüş ölü anaların memelerini emmeye çalışan bebeler, üstlerinden geçen top arabaları tekerleklerinin ezdiği, dağıttığı beyinler, karlara saplanarak ayakta donmuş kalmış atlar, insanlar, üst üste cesetlerle dolu hendekler görülüyordu…”
Tarihçi Kemal Karpat, yüzyılı aşan bir sürede, Kırım, Kafkasya ve Balkanlardan toplam yedi milyon insanın tehcir edildiğini belirtmektedir. Türk milleti insanlık tarihinin gördüğü en büyük tehcir ve katliamlardan birine maruz kalmıştır.
Milletimiz binlerce yıllık tarihi tecrübesiyle zaferleri olduğu gibi yenilgileri de olgunlukla karşılamasını bilmiştir. Uğradığı onca zulme rağmen kin ve nefret söylemine yönelmemiş, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra hem Balkan milletleriyle hem de diğer toplumlarla dostça ilişkiler geliştirmiştir. Ermeniler’in 24 Nisan’ı Soykırım günü ilân ederek, kin ve nefret söylemini sürekli dillendirmeleri, yeni nesilleri de kindarlığa yöneltmektedir. 70’li yıllarda Asala Terör Örgütü’nün, Türk elçiliklerine yönelik saldırıları, 90’lı yıllarda Karabağ ve Hocalı’da Azerbaycan Türklerine karşı uygulanan katliamlar hep bu nefret söyleminin günümüze yansımalarıdır.
Dünyada barışın tesisi, acılardan ders çıkarırken, kin ve nefret söylemini terk ederek mümkün olabilir. Türk milletinin tavrı ve “ insani medeniyeti “ bu konuda da insanlığa yön gösterici olacaktır.