Son günlerde İhsan Şenocak isminde bir hoca efendiden söz edip dururlarmış. Sağ olsun arkadaşımın gönderdiği telefon mesajı ile ben de kendilerinden haberdar oldum. Sosyal medya ve televizyonla hemen çoğu vakit bir ilgi ve alakam olmadığından haberleri hep sonradan öğreniyorum. Oysa tanınan bilinen bir şahsiyetmiş. Vakfı varmış mesela. Televizyon programları falan yapıyormuş. Neyse sonuçta, günlerdir memleketin en önemli konusu bu hoca efendinin vaazları, sohbetleri, görüşleri olmuş.
Mesajla beni haberdar eden arkadaşım, “Zehracığım sen çok küçük yaşta örtünmüşsün. Dinini en güzel şekilde yaşamaya çalışıyorsun. Ne olursun İhsan Bey’in yazılarına, vaazlarına bir baksan da bana da bir yorum yapsan olur mu?” diye ricacı oldu. ( Bu değerlendirmeyi isteyen arkadaşım Müslüman olmakla beraber dînî hiçbir vecibesini yerine getirmediğinden alan bilgisi de bulunmamaktadır.)
(Küçük yaşta örtündüğüm gerçek. Dinî vecibelerimi hakkı ile yerine getirebiliyor muyum, hakîkî bir Müslüman mıyım? Onu ben bilmem, Rabbim bilir; bildiğim şey, pek çok hatam ve kusurum olduğudur.)
Gelelim asıl konuya; internet ortamı ne kadar sağlıklı olursa artık ben de bir iki siteye, İhsan Hoca’nın hakkında söylenmiş olumlu olumsuz haberlere çok kısa bir süre göz attım. Kaleme aldığı iki yazıyı okudum.
Her hangi bir hususta değerlendirmede bulunabilmek için derinlemesine araştırma yapmak şart. Ya değilse elbette her türlü eksik, kusur, hata, yanlış ve noksan olacaktır ve değerlendirmede istemeden de olsa saygısızca bir tutum sergilenecektir. O sebepten şahsından şimdiden özür diliyor ve yazımı sadece birkaç örnek yazı/ cümle üzerine yazdığımı bildiriyorum.
Fi’l-hakika Dünya tarihi boyunca hemen bütün meseleler kadın -erkek iletişimi üzerine şekillenmiştir. Belli ki tartışmaların çıkış zemini de İhsan Hoca’nın bu ve benzeri görüşleri olmuş. İhsan Şenocak Hoca memleketimizde ve dünyada olup biten onlarca mühim mesele hakkında, örneğin havalar iyice soğudu açta açıkta kalan yüzlerce insan hakkında ya da dışarıda barınağı olmayan onlarca canlı var, daha bu sabah bir binanın kapısına kıvrılıp yatmış köpek gördüm, içim parçalandı. Onun için ne yapabilirim diye pek çok seçenekler ürettim zihnimde, böyle bir konuya ya da sebepsiz kesilen ağaçlara, yakılan ormanlara, kirletilen sulara, yok edilen tarihe, dair bir yazı yazsaydı vaaz verseydi ki belki de o konulara da değiniyordur böyle bir tepki asla almazdı; zîrâ hemen çoğu kimsenin bu konulardan haberi dahi olmazdı.
Gelelim görüşlerinden birkaç örneğe;
“…Hz. Havva, Hanne, Amine, Hatice, Fatıma mabed evlerin “üsve-i hasene”leri, baş öğretmenleridirler. Neyin nasıl yapılacağı ya da nasıl niyaz edileceğini en güzel onlar gösterdiler. Allah’ın emirlerine itaat ettiler, iffetlerini korudular. Çocuklarını daha doğmadan Allah’a adadılar. O’ndan, kovulmuş şeytana karşı yavrularını ve nesillerini korumasını niyaz ettiler. En güzel şekliyle eş ve anne oldular; nimet anında şükrettiler, sıkıntıda sabrettiler. Onları örnek alan İslam kadınları da “mabed evlerde” iffet abideleri olur, ahlakı dillerinden ziyade yaşantılarıyla anlatırlar. Yapmadıklarını söylemez, söylediklerini önce kendileri yapar, söz ve fiillerinde daima ilahi rızayı gözetirler.
Kadın her nev’i ibadetini “mabed evin” hususi bölümünde yapar, orada niyazda bulunur, orada Meryem olur, orada murada erer, orada miracı yaşar. Gecenin bir yarısında “teheccüt”, güneşten sonra “işrak”, “kuşluk”, akşamın ardından “evvabîn” namazlarını orada kılar, en halis ibadetlerine orası tanık olur. Evin duvarlarını maddi argümanlar yerine tekbir, tevhit, tasliye sesleriyle tezyin eder…”
Bir başka yazısında ise;
“…Kur’an-ı Kerîm hem erkeklere hem kadınlara; hem hürlere hem de kölelere indi. Ayetler okundukça sınıflar arasındaki mesafeler kalktı, insanlar birbirine yaklaştı, kardeşliğin yolu açıldı. Öfke azaldı, ihanet aşağılandı, muhabbet ve sadakat en muhteşem zamanlarını yaşadı. Kadın, hizmetçilikten erkeğe eş olma makamına yükseldi. Cinsel bir meta olmaktan kurtuldu. Erkek, noksanlığını onunla giderdi, onda tamama erdi. Aile, huzura erdi; şekavet gitti, saadet geldi. Aristo’dan menkul olan, “İnsanların efendiler ve köleler diye iki farklı sınıfa ayrıldığı” yalanı İslam’la yıkıldı. Devlet başkanı Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’in azad ettiği Bilal b. Rebah’a, “Mevlana/Efendimiz” diye hitap etti. Camilerdeki saf düzeni, efendilerle köleler, asillerle ezilenler arasındaki ayrımcılığa son verdi. Birinci safta rütbesi yüksek olanlar ya da zenginler değil, camiye önce girenler durdu. Dünya tarihinde ilk defa bir köle Peygamber Mescidinde hürlerin önüne geçti, bir siyah orada beyazlara imam oldu. İnsanlar hürriyet zevkini orada tattı.
İnsan, kendini keşfetmeye çağrıldı. Herkes önce kendisi addedildi, kendinden sorumlu tutuldu. Bir mücrimin kendilerine aidiyetinden dolayı bir ailenin ya da bir kabilenin cezalandırılmasına son verildi. Beraati zimmetin asıl olması, esas alındı. Hükümlerin, müstekbirlerin yakınlarının lehine göre verilmesi geleneği sona erdi. Adalet herkes için esas kabul edildi. Müminler kendileri, anne ve babaları, yakınları aleyhine de olsa adaletten ayrılmamaya, Allah için şahitlik yapmaya çağrıldı.
Yaşadıklarını söyleyen, yenince affeden, yenilince de sabreden Peygamber-i Ekber’in buyrukları umut olduğu Hicaz’da. Onu görmek, umudu soluklamak için uzun mesafeler kat edildi, çöller aşıldı…”
Tartışmaya sebep olduğunu düşündüğüm vaazının bulabildiğim kadarki bölümü ise;
“…Yani kızın şu sokaktan geçip de okula pantolonla giderken yüreğin parçalanıyor mu senin? 18 yaşında kaşını aldıran kızın üniversiteye giderken o halde, yüreğin parçalanmıyorsa vallahi kıyamet günü cehennem seni parçalayacak. Allah’ın emanetini ne hale getirdin? Sevindin üniversiteyi kazanınca; ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne gidince sevindin. Doktor olacak, mühendis olacak, 5 milyar aylık alacak, arabaya binecek, eşine mecbur olmayacak, mahkûm olmayacak… Peki, onlara sevindin; kot pantolonuyla erkeklerin bakışı arasında kızın yürüyor, delikanlılar arkasına takılmışlar, arkasından gidiyorlar. Yavrunu cehenneme attın cehenneme…”
İhsan Şenocak Hoca’nın bulabildiğim, ulaşabildiğim kadarı ile –yukarıda da paylaştım- görüşlerinde her hangi bir insanı aşağılayan, özgürlüğünü kısıtlayan, yaşam hakkına saldırı içeren, insanlık onurunu zedeleyen ve benzeri zararı dokunan ya da yanlış olabilecek örneğin “Yavrunu cehenneme attın, cehenneme.” Yargısının dışında bir ifadeye rastlamadım. Kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğu bilgisi ancak Allah (c.c.) Hazretleri’nin katındadır. İhsan Hoca da inanıyorum ki bu yargıyı kendi hüküm vermiş gibi değil, bildiklerinden yola çıkarak bir muhakeme neticesi olarak söylemiştir.
Öte yandan bu kısa sürede çıkan haberlerde gördüğüm kadarıyla bir kadın varmış oyuncu muymuş neymiş Birce Akalay isminde. Akalay, sosyal medya hesabından “Kadınca bir türkü geldi aklıma. Bu yobazları ne yapmalı? Kaynar kazana atmalı. ‘Yandım kadın’ dedikçe altına odun atmalı” diye tüyler ürperten bir mesaj paylaşmış. Bir insanı, bir canlıyı kaynar kazana atmanın hayali mi bu? Yoksa ben yanlış mı anladım. Bu yazıyı okuyunca uzunca bir zaman kendime gelemedim.
Ahmet Hakan isminde bir adam da köşe yazısın da çok ağır sözler sarf etmiş. Ahmet Efendi’nin kim bilir belki de hakkı vardır? Anlaşılıyor ki üniversite kampüslerinde benim de çoğu zaman şahit olduğum ve tevellütü bindokuzyüzotuzlu yıllar olan büyüklerden işittiğim çukuruncu sınıf kalitesizlikte senaryolarla çekilmiş basit filmleri aratmayan sahneler son derece insanî ihtiyaçların giderilmesi olarak değil de edepsizlik olarak yorumlayan biri çıksa geri kafalı olarak tanımlanıyor.
Bu insanları benim tanıyıp tanımamam çok da önemli değil. Ne var ki Türkiye’de en azından belli bir kesimde tanınan bilinen insanlarmış bu ağır sözleri paylaşanlar. Bu nasıl bir dil ve üsluptur böyle? İnsan, küçük de olsa hitap ettiği çevreden utanır. Onların sevgisini kaybetmekten kaygı duyar.
Tüm bu olup bitenler karşısında İhsan Şenocak ne yapmış? “Bu hadise kalem ve kelam zaferleriyle dolu tarihin akışı içerisinde küçük bir nokta bile değildir. Kardeşlerimi itidâle davet ediyorum.” Demiş.
Bizim insanımız, tarihin her döneminde asâletini muhafaza etmiş, insan-ı kâmil mertebesinde bir yaşam sürmüştür. Asla yanlışa düşmeyecektir.
Ne var ki aklımın almadığı bu insanlar dil ve üsluplarını hangi hakla ve nasıl bu kadar çirkinleştirebiliyorlar? İhsan Hoca’nın hitap ettiği çevre ve kişiler belli. Camide ya da dinî sohbetlerin yapıldığı ortamlarda konuşuyordur. Demem o ki kendi gibi düşünen, hisseden, yaşayan insanlara hitap ediyor. Kürsüye çıkıp Hıristiyan’a, Yahudi’ye, Mecusi’ye, Budist’e ya da ne bileyim her hangi bir inanca yahut her hangi bir insana hitap etmiyor. Kilisenin birinde Papaz yahut Rahip ya da bir başkası “Ey cemaatim Pazar günleri nedir bu kilisenin hali? Neden hiç gelmiyorsunuz? Vaazlara katılmıyorsunuz? Ya da kiliseye gelirken bu kadar açık giyinmeyin!” falan dese şahsen hiç üstüme alınmam. “Desin canım adamcağız. Sonuçta kendi cemaatine diyor, işini yapıyor.” derim. Neticede İhsan Şenocak Hoca İslâm’ın din görevlisi değil mi? Kürsüye çıkıp da Dante’nin İlahi Komedya’sını mı okuyacak vesselâm?