Kültürümüzde, ateştir, kordur cemre. Önce ışk saçarak yerin göğüne doğru kanatlanıp ısıtır havayı. Sonra buzulların üstüne düşer, eritir, su eyler. Ve kavuşur toprağa, ısıtır. Ardından yeryüzüne bahar/hayat, göğe buhar olur. Tıpkı aşk gibi. Aşk ki insanın gözüne, gönlüne doğru havalanır ilkin. Sonra kalbi sarar, ısıtır, ılıtır, eritir. Ardından ya baharı olur gönlün ya da yakar sırr-ı hakikât adına. Âdemoğlunun öyküsüdür bu; önce ruh, sonrası beden/hayat, nihayeti Allah’a vuslat…
Terbiye de öyle! Önce, duyularla aklımıza vasıl olur, bilgi. Sonra, kalbimizden süzülüp irademiz/davranışımız olur. Ardından da ruhumuzla buluşur, kemâlimiz olur. Yeter ki bu süreç insan fıtratına uygun aksın. Zira, hayat; hakikate, Allah’a doğru bir yolculuk, fıtratın izinde bir yürüyüştür. Ki bu yolculuk Allah’ın karargâhı olan yürekte, gönülde başlar. Gönül, hangi mevsimdeyse ömür de o mevsimi yaşar. Biyolojik göz fani mevsimleri, gönül gözü/aşkın gözü fıtrî mevsimleri armağan eder ömrümüze...
Bu yüzden fikrî değil fıtrî olmalı eğitim, gözden gönle doğru, gönülden göze doğru. Gönle kavuşmayan, gönülde pişmeyen, demlenmeyen bilgi davranışa dokunmaz, dönüşmez. Sineye yük olur. İnsanı ve ruhunu tanımayan, insanı kabullenmeyen bilgi gönle varmaz, varamaz. Öylesi bilgi, nefse varır, akılda kalır, aklı alır ve çoğu zaman insanın isyanı olur. Oysa, terbiye, akademik başarının çok ötesinde insanı iyi kılma, ahlaki bilinç oluşturma, “iyi, doğru, estetik” olana kavuşturma aşkıdır. Karakter inşâ etme işidir…
Bu sebeple diyorum ki; mürebbibi/mürebbiyesi yâr gibi, müfredatı aşk gibi olmalı insanın. Eğitim gayreti, aşkla ve aşkullah için olmadıkça kalbin mülkiyeti kinin, nefretin, öfkenin, enâniyetin eline geçer. Oysa kalbin mülkiyet Allah’ındır, bunu temin etmenin yolu da sevgidir, aşktır, imândır. Bu anlamda olmak üzere, kalbe dokunan tek duygudur, sevgi. Sevginin baharına, kalb-i selîme ermek için, nasibimiz olmalı manevi cemreler ki bunlardan söz etmiştik geçen hafta; cömertlik, ceht, hidayet, hâya, ilim, ihsan, iffet, iştiyak, ibadet, kanaat, kerem, letâfet, merhamet, muhabbet, müsâmaha, nezâket, sabr, saygı, sadâkat, şefkat, şükür, tahammül, tevâzu, tövbe, tevekkül, vefâ, zerâfet, zikrullah vb…
”Kim bir insanı kurtarırsa, tüm insanlığı kurtarmış gibi olur” emr-i ilahisi adına önce kendi kalbini kurtarır insan, sevince. Manevi cemreleri düşürdükçe yüreğine, kurtarır sevdiklerini… Ve varır Aşkullah’a.
“AŞK imiş her ne varsa âlemde
İlim bir kîlu kâl imiş, ancak…”