Yıl 2012 idi Katar’a gittiğimde. Ara tatildi. Suud’da idim.
Daha önce de belirttiğim gibi Arabistan’da bulunduğum sürece Ortadaoğu’yu ve Ceziretül Arap denilen Arap yarımadasını gezmek hedeflerim arasındaydı. Önüme aldığım Ortadoğu haritasını renkli kalemlerle işaretleyerek sıranın nerede olduğunu ve nerelere gidebileceğimi kestirmeye çalışıyordum.
Başlangıç planım en az iki, üç aile ile yolculuğa çıkmaktı. Arabistan’ın bize göre tam tersi istikamette olan Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirliklerini gezmeyi düşünüyordum. Bir yıl öncesinde Mısır’a niyetlenmiştim ama Mısır’da darbe olmuştu.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Çünkü her biri Arabistan’a bağlı bu üç ada ve yarım ada için tekraren Arabistan’a girmek ve Arabistan makamlarından huruç-avde (giriş-çıkış) vizesi almak gerekiyordu. Tabi bu işlemler uzun solukluydu. Yani bu üç adadan birini seçmem gerekiyordu. Katar’da karar kıldım. Diğerlerine sonra gidecektik.
Yolculuk için öncelikle Necla’yı ikna etmem gerekiyordu. Uzak bir yolculuğa çıkacak olmamız fikri, onu geriyordu. Sonuçta benim gibi gezmeyi seven Necla, ikna oldu. Yolculuk için bize yarenlik edecek aile bulamayınca tek çıkmaya karar verdik.
Arabanın kontrolü gibi rutin hazırlıkların ardından yolculuk günü geldi çattı. Uzunca bir çölden geçeceğimiz ve yollardaki lokantaların temizliğini tahmin ettiğimiz için yanımıza ihtiyaçlarımızı aldık. Arabanın jip oluşu bir avantajdı.
İlk hedefimiz Taif Seyl yolu üzerinden Riyad’a ulaşmak oradan ertesi gün Katar’a varmaktı. (Yolumuz üzerindeki Taif’e bir de dağ yolu vardı.) Riyad Türk Okulu’nda çalışan arkadaşıma kendisine uğrayacağımızı haber verdim.
Yolculuk sabahı besmeleyle başladık. İlk parti Cidde-Riyad arası. Önümüzde 1000 km’lik bir yol var. Üç şeritli gidişli gelişli yol, upuzun bir ip gibi. Yollar boş. Araba da insanı hız yapmaya tahrik ediyor.
Çölü yara yara ilerliyoruz. Yol kenarlarında, kumlara ip gibi dizili katar katar develeri görüyoruz. İlginç ve fotoğraflık manzaraları kaçırmıyoruz. Ben araba sürerken Necla fotoğraf çekiyor.
Akşama ulaştık Riyad’a. Bir gün konaklamanın ardından 2. günün sabahı tekrar bismillah deyip yola çıktık. O bir günde Riyad’ı gezdik. Portakal bahçelerini, eski sarayları, müzeleri vb.
Yolculuk esnasında Necla ara ara haritayı açıp bakıyor. Riyad-Katar arası uzun çöl manzarası. Yoldan nadiren araba geçiyor. Maazallah insan yolda kalsa sıkıntı olabilir.
Geniş ucu görünmeyen çöl kumlarının olduğu bir yerde konaklıyoruz. Kahvaltı yapmak istiyoruz. Her zaman arabanın arkasında duran yer kilimini seriyoruz, termos ve kahvaltılıkları çıkarıyoruz. Çölde kahvaltı faslı ilginç oluyor. Kumlar üzerinde fotoğraf çekimi ve öz çekim.
Tekrar yola çıkıyoruz. Basıyorum yüz elli, yüz yetmiş ara ara yüz doksan… Tabi bu basmaların bedelini dönüş yolunda ödüyorum.
Haritayla yol alıyoruz. Gittikçe işaret koyuyoruz. Yolda kötü birkaç benzinliğe denk geliyoruz. Benzin biraz pahalı. İlerliyoruz. Katar sınırına yaklaşıyoruz. Son yüz km’miz, Arabistan’ın en doğusunda sahil hattı boyunca güneyden kuzeye doğru. Deniz ve çöl, öğle sıcağında farklı bir görüntü oluşturuyor. Hududda rutin işlemler... Hava da kararmaya başlıyor.
Necla arabayı Arabistan’da kullanamadığı için burada kullanmak istiyor. Ben kapıdaki bayana soruyorum. Bayanların araba kullanması serbest mi diye. Bayanların araba kullanması serbest. Direksiyona Necla geçiyor. Necla’nın araba kullanması Arabistan’da başımıza iş açtığından (sonra belki değinirim) haliyle temkinliyiz. Doha’ya doğru yol alıyoruz. Zaten Katar’da Doha’dan başka bir yerleşim olmadığını öğreniyoruz. Yollardan çok farklı bir ülkeye geldiğimiz anlaşılıyor. Uzun uzun binalar. Sanki batıdan bir yere gelmişiz gibi.
Bize mihmandarlık edecek akrabaya telefon ediyoruz. Bizi karşılaması için buluşma adresinde anlaşıyoruz. İsimleri unutuyorum ama bizi lüks bir rezidansın zemin katında, bir lokantada karşılıyor. Alışık olduğumuz alışveriş merkezlerinden oldukça farklı ve otantik bir yer. Yerel yemeklerin lezzetlerinden tadıyoruz.
Yollar çok lüks ve trafik oldukça kurallı. Arabalar da çok lüks. Hız sınırı yüz kırk ama bir km sonrası cezada af yok. Kavşaklarda kameralar var. Mihmandarımızın söylediğine göre hatalı bir harekette yüklü miktarda ceza ödüyorsunuz.
Akşam yemeğinin akabinde yerleşeceğimiz otele doğru yol alıyoruz.
Ertesi gün ilk işimiz hızla Doha’yı turlamak oluyor. İlk durağımız İslam müzesi. Beğenmiyorum müzeyi. Bizdekilere göre oldukça fakir.
Arabayla Doha’yı turlarken bir taraftan da mihmandarımızdan Katar’la ilgili bilgi alıyorum. Katar’da üç milyon civarında insan yaşadığını, yaklaşık yarısının yabancı olduğunu söylüyor. Hakikaten şehrin yarısı Fransız, İngiliz ve diğer Avrupalılardan oluşuyor. Birçok batılı üniversitelerin burada yerleşkesi olduğunu söylüyor.
O aralar Arap baharı rüzgârı var. Soruyorum Arap baharı buralara uğradı mı diye. Arap baharının buraya uğramasının söz konusu olamayacağını söylüyor. Yaşayan herkesin aşağı yukarı bir kabileye mensup olduğunu söylüyor. Ayrıca vatandaşlarının kazançlarının oldukça iyi olduğunu ve dünyada milli geliri en yüksek ülkenin Katar olduğunu söylüyor. Bu durum gördüğümüz manzaradan da anlaşılıyor.
Yüksek ve lüks rezidansların yarısından fazlası boş. Soruyorum neden boş diye. Mihmandarımız bana sahiplerinin ilerde lazım olur diye yaptırdıklarını söylüyor. Araya da bir hadis sıkıştırıyor. “çöldeki bedevinin burçları varsa kıyameti bekleyin…” yadırgamıyorum. Burada gördüğüm manzara ile Yemen’de çok sonra gördüğüm manzara arasındaki uçurum beni oldukça etkiliyor.
Sokaklarda lüks arabalar ve plakaları dikkatimi çekiyor. Mihmandarımız bana plakaların emir ailesinden başlayarak sırayla numaralandırıldığını söylüyor.
Denize açılan bir tekne kiralıyoruz. Açılıyor ve denizi turluyoruz. Karşıdaki uzun binaları ve manzarayı fotoğraflıyorum. Teknede Arapça oryantal müzik çalıyor.
Öğle yemeğini Harputlular lokantasında yiyoruz. Genel olarak Katar’da, gıdada ve diğer ürünlerde fiyatlar Arabistan’dan biraz yüksek.
Sahilde turluyor, dev inci modelinin önünde fotoğraf çekiyoruz. Yemeğin ardından merkezdeki oldukça görkemli Ömer İbn Hattap camiinde namaz kılıyoruz. Caminin görkemini yadırgıyorum.
Doha’yı turlamaya devam ediyoruz. Parlamento binası. İlerde o aralar Arap Bahar’ından adını sıkça duyduğumuz Aljezeera tv binası. Gezmek istiyoruz. Mihmandarımız girişin ücretli olduğunuz söylüyor. Gerek görmüyoruz. Vakit de olmuyor sonrası için.
İlerliyoruz Katar Kültür Parkı’nı geziyoruz. Hava Cidde’ye göre serin. 20’li derecelerde. Üzerimizde kabanlarımız var tabii...
Sabah otelin lobisinde bir öğretmenle karşılaşıyoruz. Türk olduğumuzu anlayınca muhabbete etmek istiyor. Dammam Türk Okulu’nda çalışıyormuş meslektaşımız. Dönüşte uğradığımız Dammam, Katar’a yakın bir Suudi kenti. Katar’a yaklaşık dört yüz km. Dışardaki araba sizin mi diye soruyor. “evet” diyorum. “Hocam nasıl geldiniz oradan buraya? Biz uçakla geldik Dammam’dan” diyor. Gülüyorum. “ Ben değişen coğrafyayı ve değişimi yavaş yavaş, sindire sindire görmezsem gezmekten zevk alamıyorum” diyorum.