Kurbağa Haşlaması


Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

27 Aralık 2016, 22:26

“Haşlanan Kurbağa Sendromu" diye bir deneysel benimsetme yöntemi var Değişim Yönetimi alanında. Alışılagelmişlerin, ezberlenen teamüllerin, kökleşerek müzmin hale gelmiş bireysel ya da toplumsal refleks ve davranışların kanıksatılmak istenilen davranışa dönüştürülmesi adına hedefe ulaşmayı kolaylaştıran bir toplumsal evrilme mühendisliği de denebilir buna kısaca.

Sosyal, siyasal, ahlaki ve yaşam biçimi alanında dayatılan ya da istendik davranışlar haline getirilmek istenen değişimlerin dirençle karşılaşabileceği durumlarda bu mukavemeti kırma adına sık sık başvurulan bir yöntem “Haşlanan Kurbağa” deneyin.

Sosyal bilimin öz dokusunda var olmayan ancak materyalist bir bakış açısının tezahürü olan söz konusu bu deneysel yöntemin ana bileşenlerini şöyle sıralayabiliriz;

Bir kurbağayı kaynar suyun içine atarsanız, fıtratı gereği zıplama yeteneğini de kullanarak hemen kendini bulunduğu kabın dışına atar. Buna karşın aynı kurbağayı ürkütmeden ılık bir suyun içine koyarsanız sessiz ve sakin bir halde orada beklemeye başlar. Bu defa suyu alttan yavaş yavaş ısıtmaya başlarsanız sıcaklık yükselmesine rağmen kurbağa hareketsiz kalır, tepki vermez hatta bu durumdan tatlı bir keyif almaya da başlar.

Periyodik olarak yükselen ve artan hararetle beraber doğal dengesi bozulan ve muvazenesini kaybeden kurbağa yeni durumu kanıksayacak, hiçbir engel olmadığı halde içinde bulunduğu yerden çıkmak için çaba sarf etmeyecek ve kaynar suda haşlanıp ölecektir. Çünkü kurbağanın kas ve sinir sitemi ani değişikliklere göre programlanmıştır. Bu nedenle yavaş ve aşamalı değişimlere karşı direnemez kurbağa.

Söz konusu bu deney, toplumlar üzerinde de uygulanmakta ve uzun vadede dilenen sonuçlara rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Dini, milli, ahlaki ve insani pek çok alanda bunun örneklerini sıkça görmek mümkündür geri bırakılmış toplumlarda.

Yeşilçam filmlerinde zengin ve elit evlerin salonlarını süsleyen arka fon kâğıdı gibi duran, alkol çeşitlerinin boy gösterdiği içki vitrinleri, hafızalarımıza kazınan ve bilinçaltımızı abluka altına alan en temel örneklerden biridir. Kütüphaneler ve raf dolusu kitaplar yerine alkol şişelerinden müteşekkil showroom/teşhir merkezi haline getirilen hanelerin başköşelerini süsleyen bu ‘yabancı’ içecek türü bir süre sonra sofralarımızın vazgeçilmezi haline dönüşecekti.

Şuayb Peygamber’ in kavmi Eyke’nin helak oluş nedeni olan ‘ölçüde ve tartıda hile yapmak’  geleneği, bu toplumun geri dönülmez alışkanlığına dönüşecek ve en büyük ‘esnaf’ kriteri haline gelecekti. ‘Aldatan bizden değildir’ diyen muhkem ve zarif bir ikaza rağmen haksız kazancı, bu manevi kategori dışında kalmaya tercih edenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla bu toplumda.

Şadırvanlarında kuş seslerinin su şırıltısına karıştığı, mabetlerinde “geri gelmeyen duaların” çocuk sesleri ile buluştuğu kentlerde, "yüzyılın yabancısı” sesler değiyor şimdi minarelerimize. Bunun doğal sonucu olarak da, semalarında yankılanan bir avazla, üstelik günde beş kez ‘acil’ kodu ile çağrılan yurdum insanının bindiği ve “Kandil” istasyonları dışında durmayan hızlandırılmış “nefis treni” imdat sirenleri eşliğinde belirlenen güzergâh dışına pervasız bir biçimde çıkacaktı.

Değişimler hızlı olmayacaktı çünkü “haşlanan kurbağa sendromu” gereği. Örneğin kıyafetlerde kullanılan kumaşın santimetre cinsinden ölçüsü usul usul azaltılacaktı. Düğünleri, eğlenceleri, filmleri, şarkı sözleri, klipleri, jargonları ve dizileri kısık ateşte bekletilip sonra harlı ateşte pişirilmek üzere sessiz ve derinden aktarılacaktı büyük ocağın üstüne. İkinci aşamada ise her biri yeni bir model ve prototip olarak servis edilecekti metropollerin caddelerinden, en ücra köylerin stabilize yollarına ve çeşme başlarına kadar.

Tedrici bir formatla, hindi kesmeyi alternatif kurban türü, yılbaşını dini bayram, yılbaşı kutlamayı milli bir yaşam biçimi olarak bize benimsetenler aynı zamanda bunun doğuracağı sonuçları da çok iyi hesap etmişlerdi. Hediyeleşen, fındık fıstık yiyip tombala oynayan ve TV ekranları başında yeni yıla girenlerin çocukları, sınırsız özgürlük naraları eşliğinde körkütük sarhoş olup, saatler gece yarısını gösterirken devlet koruması altında ve mihmandarlığında, siyah plakalı araçlarla evlerine götürüleceklerdi.

“Dağlara buğday serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler”  diye çifte kaygılar taşıyan bir ‘gönül’ kültüründen, yediklerini değil yediklerinin resmini sosyal hesaplarında paylaşmaktan duyduğu hazla ruhunu bileyleyen en yeni versiyon insan modellerine ve yürüyen ceset topluluklarına kolay mı ulaşıldı sanırsınız.

Ne oldu ise bize, hep böyle yavaş yavaş oldu. Etkisini ileriki zamanlarda gösterecek olan ve damarlara zerk edilen ölümcül zehirler gibi. Yılbaşınız bereketli, Krismisiniz kutlu, Noeliniz mübarek olsun.

Hüseyin ÇOLAK
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Gözüm - 8 yıl önce
Küçük değişiklikler zamanla büyük yanlışların kanıksanmasına ve normalleşmesine neden olabiliyor. Erozyon gibi yavaş yavaş.
Avatar
Akif - 8 yıl önce
Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Şu yaralara birde çözüm Eklemek lazım derim. Saygılar
Avatar
Yusuf koc - 8 yıl önce
Tebrikler hocam harika olmuş
Avatar
Mehmet GÖKŞİN - 8 yıl önce
Kaleminize sağlık Hüseyin Hocam.
Avatar
murat işçi - 8 yıl önce
Hüseyin hocam mükemmel bir tespit vede çok güzel bir yorum olmuş kaleminize ve yüreğinize sağlık Allaha emanet olun sayvıkar
Avatar
Huseyin COLAK - 8 yıl önce
Sayın Gözüm,Akif bey, Yusuf Hocam teşekkür ve muhabbet ile...
Avatar
Huseyin COLAK - 7 yıl önce
Teşekkür ediyorum ilginiz için Mehmet Bey.