Geldiler! Bulutların beyaz yüzlü çocukları… Yolları kendi içimize çevirmek için. Kavşakları ‘uzaklardan’ ‘buralara’, ‘meçhulden’ ‘maluma’, ‘müphem olandan’ açık ve aşikâr olana döndürmek için. Kulaklarımızdan yabancı sesleri çekip bizi sonsuz bir sükûta cezm etmek için. Sükûna, sadeliğe, samimiyete… Bize kendi yüzlerimizi göstermek için.
Öncüleri, dağların zirvesini tuttu. Sonra nöbetleşe indiler ovalara, kırlara, yollara, şehirlere. Bembeyaz neferler gibi yayıldılar arza! Gökyüzünün askerleri, müşfik elçileri, beyaz bir sancak olup serildiler yeryüzüne.
Geldiler! Göğün masum yürekleri… Bir kanundan tane tane dökülen nağmelerle, bir ney sesiyle… Sanki etraf buluttan bir düş! Çiçekli bembeyaz bir gülüş! Ya semavat inmiş yeryüzüne ya da kürre-i arz yücelmiş bulutlu göğe. Sanırsın gökle yer, sarmaş dolaş hasbihal eyler. O, kim bilir ötelerden neler anlatır toprağa, susa susa, döne döne, sağa sola konup kaçarak neler der, neler söyler?
Bütün yer ahalisinin, dağın, taşın, yek pare mevcudatın beklediği güvercinler gelmiş mi, pür-ü pâk, ser-ü sefid kanatlarını çırpa çırpa? Ayaklarında mıdır, ağızlarında mı beklenen müjdeler? Yoksa bu inen beyaz mucize, güvercinlerden dökülen nameler midir?
Boşuna değildir bunca hengâme, bunca coşku; bu her şeye ara veren, bütün perdeleri çekip göğü ve yeri yalnızca bu şenliğe teslim eyleyen; bu inkılap, bu felak bu doğum boşuna değil!
Bir kapı açılmıştır göklerin ülkesinden. Yeri göğü kaplayan yüce bir kürsüden emir çıkmıştır. Akın akın inmiştir melekler rahmet ülkesinden. Avuç avuç serpilmiştir kerem, izzet, af, ümit, sükûnet! Hayat, akışına; dünya, dönüşüne mola vermiştir. Toprak göğsünü, ağaçlar avuçlarını açmıştır rahmete. Bütün sızılar dinmiş, canhıraş koşturmacalar bitmiştir. İnsanoğlu sokaktan elini eteğini çekmiş; evine, sıcak yüreğine, penceresinin kenarına çekilmiştir. Şimdi dua vaktidir, seyir vakti, sükût vaktidir.
Geldiler! Eski zaman yolcuları. Bin yıllık yoldan gelir gibi geldiler. Bana dünlerin rengini, yitik resimlerimi getirdiler. Art arda indirdiler hatıraları avuçlarıma. Ahşap evlerin bahçelerine serpildiler, geniş saçaklı çatılardan sarktılar, sokak lambalarının sarı ışığında eğleştiler.
“Kalplerin divane şarkısı!”, “Güvercinlerin şiirleri”, “Yasemin yaprağı, ıslak bulut”. Her yanda “Elhan-ı Şita”. Acaba şairin dediği gibi midir onlar? “Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi, geçen eyyam-ı nevbaharı (mı) arar?” Bu yüzden mi “Semadan düşer düşer ağlar?”
İşte! Nedir “Yağan üstümüze geceden!” Kimi şairin kaleminde kelebek, kiminde hüzün, kiminde dua… Bu beyaz geline sevdalı nice yüreğin niyazıyla yağsın yine. Durmasın bu “Bin yıldan uzun gecenin bestesi!” “Sırf unutmak için unutmak ey kış!/ Büyük yalnızlığını dünyanın!” Durmasın “Kış göğünün eli” “Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli dök!” “Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına/ Allah aşkına/ Gök, deniz aşkına/ Yağsın kar üstümüze buram buram.” (Hüzün Bestesi/ Beyaz Şenlik)