BİZ NEDEN “ EL YAZISI “ YAZAMIYORUZ ?


Ünal Başdoğan

Ünal Başdoğan

25 Mayıs 2017, 21:51

 “ Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum .“

Hz.Ali

Dünyamızda ki tüm alfabeler, yazı aracı olduğu gibi kültürlerin de temel taşıyıcısı durumundadır. Yüksek medeniyet geliştirmiş olan toplumların temel özelliklerinden biride yazı kültürüne sahip olmalarıdır. Yazı kültürünün önemli bir özelliği olarak görülen  “ el yazısı “ ve “kitap harfi”  farklılaşmasıdır. Bütün köklü kültür ve medeniyete sahip milletler yazıyı “ el yazısı “ ile yazarken , bizim “ kitap harfi “ ile yazmaya çalışmamız, traji-komik bir durum ortaya çıkarmaktadır.

Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim programlarında “ el yazısı “ çalışmalarına yer verilmesine rağmen bir türlü başarı sağlanamamıştır.

En son 2005 yılında yapılandırmacı eğitim anlayışı çerçevesinde zorunlu hale getirilen “ el yazısı “ uygulaması, 2017’ye gelindiğinde ; öğretmen, öğrenci ve velilerden gelen yoğun şikâyetler üzerine, 2017-2018 Eğitim- Öğretim yılından itibaren kaldırılacağı ve artık çocuklarımızın “ kitap harfi “ ile yazacakları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açıklandı.

Böylece heyecanlı bir şekilde başlayan “ el yazısı “ yazan bireyler yetiştirme hedefi büyük bir hayal kırıklığı son bulmuş oldu. Aslında bunda şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü alfabe şekillerden oluşan teknik bir mesele olmaktan ziyade, toplum kültürü ve medeniyeti ile doğrudan bağlantılıdır.  

Binlerce yıllık tarihi boyunca Sarı Deniz’den  Paris yakınlarına, Kuzey Afrika’dan Hindistan’a kadar eski dünyanın  bilinen her köşesine yayılan Türk millet , gittiği yerlerdeki kültürlerden etkilenmiş ve onları etkilemiştir. Bu etkilerden birinin de alfabe olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu geniş coğrafya ve uzun tarihi süreçte Türklerin Hint alfabesinden Grek harflerine kadar on üç değişik alfabe kullandıkları tespit edilmiştir.

 Tarih boyunca alfabe , dinlerle ve dinlerin ortaya koyduğu değerler, idealler ve normlardan ortaya çıkan medeniyetle doğrudan ilgilidir.( 1 ) Örneğin ; Güney Slavları’nın dili Katolik Hırvatlarca Latin harfleriyle , Ortodoks Sırplarca Kiril alfabesiyle , Suriye’de Arap dilini Müslümanlar Arap alfabesiyle Hıristiyan Araplar Süryani yazısıyla yazmaktadır. Anadolu’da Türkçe konuşan Hıristiyan Karamanlılar ( 2 ) Türkçeyi , Grek alfabesiyle yazarken Girit’te yaşayan Müslüman Rumlar , Arap harfleri kullanmaktadırlar.

Milletimizin, tarihte bilinen ilk alfabesi olan Köktürk yazısının kökeni tartışmalıdır. Birinci iddia Köktürk alfabesinin kuzey kavimlerinin yazısı olan “ runik “ işaretlerden ortaya çıktığıdır. İkinci iddia ise çok eskilerden beri kullanılan Türk damgalarının gelişmiş bir hali olduğudur. Hangi iddia doğru olursa olsun bu alfabenin taşa kazımaya uygun ve  “ Bozkır Medeniyeti’nin ( 3 ) bir ürünü olduğunu göstermektedir.

Türkler ,Uygurlar döneminde geleneksel “ Gök Tanrı “ dinini terk edip “Maniheizm” ve “ Budizm “dinini devletin resmi dini olarak kabul etmiş ayrıca “ konar-göçer “ hayat tarzından “ yerleşik hayata “ geçmişlerdir.

Uygurlar ,Maniheizm ve Budizm dinlerini komşuları olan Soğd’lu ( 4 ) tüccar ve rahipler aracılığıyla kabul etmiş ve Budist medeniyet dairesine girmiştir. Bu yeni dinin öğretileri ve dini metinlerinin yazısı olan Soğd alfabesini bazı değişikliklerle Türkçe’ye uyarlayıp Uygur alfabesine geçiş sağlanmıştır.

Türk kültür ve medeniyetinde diğer bir büyük dönüşüm hareketi sekiz ve dokuzuncu yüzyıldan itibaren İslâmiyetin kabulüyle gerçekleşmiştir.

Türklerin ,Emeviler döneminde başlayan İslâmiyetle ilişkileri Abbasiler döneminde artarak devam etmiştir. Özellikle Oğuzların önderliğinde İslâmiyet Türk Dünyası’nda hızla yayılmıştır. Maveraünnehir , Orta Asya’da İslâmiyetin merkezi olurken Horasan’da İşlâm tasavvufunun önemli noktalarından biri haline gelmiştir.

İslâmiyet’in kabulü, İslâm Medeniyeti’nin taşıyıcısı olan alfabeyi de beraberinde getirmiştir. İlk zamanlar Uygur alfabesiyle yan yana kullanılan Arap alfabesi daha sonraları bütün Türk Dünyası tarafından tercih edilmiştir.

Günümüzde “ Osmanlıca “ olarak bilinen Arap kökenli Türk alfabesi yaklaşık bin yıllık sürede çok geniş bir coğrafyada kullanılmıştır. Bu alfabe ile Divan-ı Lügat-ı it Türk’ten Fuzuli Divanı’na, Dede Korkud Hikâyeleri’ nden Gazi Mustafa Kemal’in Nutku’na kadar Türkçe’nin bütün klasik eserleri ve milletimizin yaşadığı tarihi birikim, bu alfabe ile kaleme alınmıştır. Meşhur “ Kuran-ı Kerim Mekke’de indi. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı. “ sözü tarihi bir hakikati dile getirmektedir. Türkler muhteşem “ hat “larla yazıyı sanat haline getiren bir millettir. Günümüzde de “ hat “ levhalar camilerimizi ev ve işyerlerimizi süslemektedir.

19.Yüzyıl başlarında ortaya çıkan yenileşme hareketleri ve Batı Medeniyeti’ ne dahil olma düşüncesiyle Osmanlı’da ve Türk Dünyası’nda aydınlar tarafından alfabe meselesi gündeme gelmiştir. Uzun süreli tartışmalardan sonra Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 1353 sayılı kanun ile Latin alfabesi ülkemizde resmen uygulamaya konulmuştur.

Latin Alfabesi’ nin kabulünün üzerinden yüzyıla yakın bir süre geçmesine rağmen tartışmalar bir türlü bitmemektedir. Bu tartışmaların bitmemesinin en önemli sebeplerinden birisi, yanlış bir medeniyet tanımı üzerinden, din değiştirmeden Batı Medeniyeti’ ne geçilebileceğinin düşünülmesidir. Din değiştirmeden medeniyet değişimi gerçekleşmediği gibi yeni alfabede milletimiz tarafından içselleştirilememiştir. Toplum, geçmişi ve bugünü ile yaşayan bir organizma gibidir. Yapıtaşları, hafızası yüzlerce yılda oluşmaktadır. Medeniyet unsurlarını vücutta ki sinir ağlarına benzetilebilir. Bunlar arasında yoğun ve karmaşık ilişkiler, sebep-sonuç münasebeti ile çalışır. Medeniyetler arası alışverişte bir unsuru alıp, diğerinde ki bir unsurun yerine koymak mümkün değildir. Bu gerçeğe rağmen, böyle yapmaya kalktığınızda alınan unsurun sizin kültürünüzde istenen yararı sağlamadığı , beklenen fonksiyonu yerine getirmediği görülür. Daha kötüsü, yerine yenisini koymak için ortadan kaldırdığınız kültür unsurunun fonksiyonu da kaybolur.  

Uzun bir süreden  beri yaşadığımız “ medeniyet krizi “ çeşitli şekillerde dışa vurmaktadır. En son yaşadığımız “ el yazısı “tartışması da bu “medeniyet krizi “nin bir ürünüdür.    

1 ) Yılmaz ÖZAKPINAR, Kültür  Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi,                                                 

      Kubbealtı Neş. İstanbul. 1997

2 ) Karamanlılar, Türk göçleri sırasında Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara inen Bulgar ,    Hazar ,Peçenek, Uz (Oğuz ) gibi Türk boylarının bazı mensupları Bizans ordusunda paralı asker olarak görev alarak Anadolu’ya geçmiş ve zaman içerisinde hıristiyanlaşmış ama dillerini korumuş bir Türk topluluğudur . “Karamanlı Ortodoks Türkler” olarak bilinir ve Niğde , Nevşehir , Karaman ,Kayseri dolaylarında yaşarlardı.1923 yılındaki mübadelede dinlerinden dolayı “ Rum milleti” nden sayılarak Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir. ( Geniş bilgi için Ayşe ANZERLİOĞLU, Karamanlı Ortodoks Türkler , Phoenix Yay. Ankara. 2003

3 ) Bozkır Medeniyeti ile ilgili geniş bilgi için ; İbrahim KAFESOĞLU , Türk Milli Kültürü , Boğaziçi Yay. s.201-330

4) Eski İran kökenli olan Soğdlar,M.Ö.6.yüzyılla M.S.12.yüzyılar arasında OrtaAsya’da      varlıklarını sürdürmüşlerdir. Günümüzde ki Özbekistan ve Tacikistan bölgesinde siyasi birlik kurmadan şehirlerde yaşayan ve İpek Yolu ticaretini ellerinde bulunduran tüccar bir halktır.    ” OrtaAsya’nın Yahudileri ” denilen bu halk Çin ve Hindistan’da kurdukları ticaret kolonileri yoluyla ticaretin yanısıra doğu ve batı arasında kültürel iletişimi de sağlayan bir rol üstlenmişlerdir. ( Süer EKER , Orta Asya’nın Gizemli Halkı : Soğdlular “ Türkbilig ,  2012/24 s.77-92 )

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.