Ey Yolcu! Göçüp gitmek de var buralardan. Erdemli misafirlikler gibi üç gün sürüyor kervansarayların konukseverliği.Bir ağacın gövdesine yaslanıp gölgelendikten sonra teri kurumadan kalkıp yola koyulmak var bilesin.Damla damla çölleşiyor suyunda gemini yüzdürdüğün okyanusun.
Bil ki hâla yoldasın ve konakladığın yer saray değil, henüz gölgesine yaslandığın kervansaray. Yüzü sonbaharlar gibi yorgun, uzun bir yolculuktasın.Uykulara dargın rüyalarda düş kurmaktasın.
Gemini ne denli yeniledin, azığın yeterli mi heybende? Yükün sarp yokuşlara uygun mu,pazarda geçer akçe etmeyen yüklerinle istiap haddini ne kadar aştın? Dünyaya ve ötesine ait iş ve işlemlerin, samimiyet ölçerleri ile ölçüldüğünde, bir de riya darasını çıkarınca randımanı hangi rakama karşılık geliyor eylemlerinin?
Ey Yolcu! ‘Tutan elin’,’yürüyen ayağın’, ‘işiten kulağın’, ‘gören gözün’, olmayı vadeden Dost, tutmaz ise elinden nicedir halin. Marifet yürümek değil, yürüdüğün yol değil, yârenlik ettiğin yolcu hiç değil, sonsuzluk yurduna varmaktır bilesin.
Akıp giden zamana inat karınca kararınca yol alır yolcu, mehtabı uyandırmamak için aheste çekilen kürekler gibi. An gelir kanatlanır karınca, işte o hal zevaline işarettir. İşittiğin, maveradan yükselen gizem dolu bir sesleniştir.
Bileklerin güçlü, pazuların gürbüz, göğsün muhalif bütün rüzgarlara karşı mukavemete ayarlı ve kalbin muhkem bir kale gibi sağlam iken içindeki yolculuğu güzelleştirmenin yollarını aramaya koyul. Ey Yolcu! Unutma ki ‘Bu dünyada güzellik yapanlara güzellik vardır’ (39/10) diye seçtiğinin dilinden, haber uçurur bize Esirgeyici.
‘O kullarım ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar’ (39/18) nişanını göğsünde bir istiklal madalyası gibi onurla taşıma kaygısında yol almak olmalı değil midir yolcunun en başat kaygısı?
Yolun hakkını vermek, hakkı değil midir yolun yolcudan? Ömrün, her nefesten alacaklı olduğunu unutmadan. Nasıl da husalanır yol, koşarken rahvan atlar gibi sarsmamak için üstündeki yol yorgununu.
Ne yürüdüğün yolu incit, ne yoldan geçen senden incinsin.’Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca’ nın hece vezninde olsun yürüyüşün.Şair Karakoç’un;
“Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.” dizeleri olsun yol rehberin.
Ne çabuk unuttun bir keder demirleyince kıyılarında ve elîm elemler dokununca bağrına, bütün gönlünü O’na vererek dua ettiğini. Hediyelerle taltif edildiğinde O’nu unutup minnettarlığının üstünü örttüğünü.(39/8) Bir de kaderin, kederle mukayyet ve mukadder olduğunu ama ömrün mükerrer olmadığını.
Hatırlar mısın? Yola revan bir yolcu, kendisine yoldaş olmak isteyen arkadaşına ;‘O halde bana tâbi olacaksın, ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma’ (18/70) demişti. Sabırla sınananı üç kez soru sorma hakkını kullanınca, yol arkadaşı: ‘Bu benimle senin arandaki ayrılığın sebebidir’ (18/78) sözleriyle, sırlarla yüklü birlikteliğini nihayetlendirmişti. Şimdi senin de, ömür yolculuğunda tükettiğin soruların umurunda mı Ey Yolcu?
Aşk olmadan yol tükenmez bilesin.Madem aşkın, hem yolu hem yolcusuyuz, aşk olmadan yol alınmaz Ey Yolcu! Aşk olmadan yol olmaz, yol almadan aşk olmaz. Aşkla ve aşka kanatlanmayan hangi kuş yuvasına varabilir ki? Hangi yol kuyudan zindana, zindandan sultana çıkar ki?
Aşka çıkmaz ise yollar, ne han kalır ne hancı.Yol yaban, yolcu yabancı. Kervan gider öksüz kalır kervancı.