Kibir akar ırmaklar, gurur solur dağlar, kabir selam durur konuklarına, şehir büyüklenir her sabah, incitir tenha sokakların acıyla örülen hırkasına bürünen sakinlerini. Güneşin bile beli bükülür akşama varınca. Gündüz geceye, güz bahara, kış yaza bırakır yerini mütemadiyen oysa. Nefes bile kendisinden sonra gelen nefese bırakır yerini. Yutar bulvarlar bir bir yalınayak üstünde gezinenleri.
Kırılır bardak, dökülür bâde, gömülür gecenin sessizliğine kırık bir gönül, kentin onca ışığına rağmen karanlıklar içinde. Usulca söner ışığı gemilere yön veren deniz fenerinin buyurgan bir fırtınanın eşliğinde. Kararır duvarlarda gölgeler, bir hüzün çöker evlere,tükenir fitili lambaların titrek bir rüzgarın esintisinde.
Bir yetimi kalbinden vurur, pahalı avizelerin aydınlattığı salonlarda atılan her şuh kahkahanın baldıran zehirli oku. Pahalı zevklerimiz, tasmasız hırslarımız, yanımızdan hiç ayıramadığımız egolarımız, yurduna hasret bırakılan bir göçmenin, ölüm ülkesine vizesiz göç eden gözyaşlarına artçı depremler gibi dokunur.
Arzın merkezi ve yeryüzünün yüzünü yönelttiği şehir, merhamet kılıcıyla fethedilince ordunun en önde gideni bineğinin üstünde tevazu kanatlarını indirmiş bereket yüklü sakalı binitinin hörgücüne değecek biçimde inmişti toprağın yüzüne.
Adalet güçlüyken, cesaret ve şecaat zayıfken gösterilirse, marifete dönüşür. Tıpkı zillette değil izzet sahibi iken tevazu halinin manidar ve anlamlı olduğu gibi.
Dane ile dolu başaklar gibi boynu yere düşmeyi, danesi olmayan boş buğday saplarına tercih etmek gibidir söz konusu durum. Bütün kutsal direktiflerin; bilgi, maddi ve manevi donanım, güzellik, güç, kuvvet ne varsa başkalarından bizi üstün kılan o mümeyyiz vasfı, üstünlük aracı yapmadan yaşama öngörüsü ne çabuk silindi kayıtlarımızdan.
Kibir illetinin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir bilesin, ateşin toprağa üstünlüğü iddiası ile başlayan bu marazlı illet sarmalı tarihin bir sayfasında Titanic (muazzam) adını almış bir sonraki sayfasında Challenger (meydan okuyucu) ismiyle maruf olmuştur.
Tevazu kavramının zıddı sayılabilecek kibir, üstünlük taslama ve başkalarından kendini üstün görme hastalığı, kötülüğün başlıca kaynağı hatta ta kendisi değil midir? Bir başka deyişle yer yüzünün ilk günahı, dünyanın yaratılış sebebidir belki de. Yaratıcı’ nın sevgisinden mahrum kalma gerekçesi (4/36), insanlardan yüz çevirmenin ve çalımla yürümenin (31/18) gayretullaha dokunma nedenidir her şeyden önce.
‘Kendisinde zerre kadar kibir olan, rayihası beş yüz yıllık mesafeden bile hissedilen cennetin kokusunu dahi alamaz’ diyen elçinin çağrısına bir cevabı olmalı değil mi insanlığın? Kalbinin kapıları sürmeli değilse eğer.
‘Yeryüzünde, bütün yaratılanlar içinde kendisinden daha aşağıda birini gören’ kişinin kibir boyası ile boyanacağını söyleyen gönül yolcularına kalbimizi ve kulağımızı vermenin zamanı gelmedi mi henüz?
Kutlu bir zaman diliminde, kutsal bir mekanın gölgesinde; ‘Hükmeden’ hitabını duyunca ‘hizmet eden’ ifadesi ile değiştirilmesini isteyen ve karşılığında kaftanını hediye eden yöneticileri iştiyakla özlemek hakkımız değil midir ki?
“Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni” diyen Taptuk vurgunu gözlerden mahrum kalmak reva mıdır yorgun kalbimize?
Payitahta, devletin yönetim merkezine üstün bir başarı ve zaferle dönerken şehrin surlarından gece girmeyi teklif eden, ‘halk bizi karşılarken kalbimize az da olsa gurur gelir’ endişesi taşıyan ve gecenin sessizliğini ve yalnızlığını tercih edip karşılama törenine engel olmak için alkış yağmurlarına çelikten şemsiye olan yüreklere selam durmanın hasretindeyiz şimdi.
‘Ey oğul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir’ diyerek, devleti yönetmeye talip olanlara, çıkar bilmez dilleriyle uyarılarda bulunan gönül dostlarını arama hakkını saklı tutuyor gözlerimiz.
İkindi vakti uzar nesnelerin gölgeleri ve varabileceği en son noktaya varır. İnsan, birazdan, uzayan gölgesinin müsebbibi güneşin batmaya meyledeceğini unutursa eğer, bir sonraki gün o gölgenin yeniden tazeleneceği umudunu da kaybetmiş demektir belki de.
Unutma ki! Hayata kibar bir dokunuştur kabir, kibir akarken ömrün ırmaklarından.
Hüseyin ÇOLAK