Türkler, 26 Ağustos 1071'deki Malazgirt Zaferi'nden binlerce yıl önce de Anadolu'nun her yerinde vardı, "Türkler Anadolu'ya ilk kez 1071'de geldi" diyen tarih tezi çöktü!, Batı dünyasının, "Türkler 1071'de Malazgirt Savaşı ile Anadolu'ya geldi" tezi büyük bir yalan ve aldatmacadır. Bugün Türkiye adıyla anılan ve Türklüğün en önemli coğrafyalarının başında gelen Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesi uzun bir sürecin ve gayretin neticesidir.
"Türkler Anadolu'ya ilk kez 1071'de geldi" diyen tarih tezi çöktü!
Türkler, 26 Ağustos 1071'deki Malazgirt Zaferi'nden binlerce yıl önce de Anadolu'nun her yerinde vardı...
Batı dünyasının, "Türkler 1071'de Malazgirt Savaşı ile Anadolu'ya geldi" tezi büyük bir yalan ve aldatmacadır. Bugün Türkiye adıyla anılan ve Türklüğün en önemli coğrafyalarının başında gelen Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesi uzun bir sürecin ve gayretin neticesidir.
Görünürde XI. yüzyılda Selçukluların batıya yönelmesi ve 1071 Malazgirt Zaferi neticesi ile Anadolu’nun kapılarını aralamaları ardından Süleyman Şah’ın İznik merkezli olarak Selçukluların bir kolunu Anadolu’da hayata geçirmesi ve bunu takip eden gelişmeler sonucu Türkleşen Anadolu’nun Türkler ile irtibatı bağlamında bu tarihten çok daha erken tarihlere uzanan bir geçmişi bulunmaktadır.
ANADOLU'DA İLK TÜRK İZLERİ
Türklerin Anadolu’ya ilk gelişleri Sakalar ile gerçekleşti. Sakalar, M.Ö. 665 yılında Kuzey Kafkasya’da yaşayan Kimmerleri yurtlarından attıktan sonra onları takip ederek Azerbaycan topraklarına geldiler. Bu sırada Sakaların başında başbuğ olarak ‟Gök”(Asur kaynaklarına göre Gog) bulunuyordu. Gök’ün Asur kaynaklarında isimleri ‟Sarati” ve ‟Parati” olan iki oğlu vardır. M.Ö. 662’de bu iki kardeş, Asur ülkesine saldırdılar. Bunlardan Parati’nin -yine Asur kaynaklarında geçtiği kadarıyla- ismi ‟Maduva” olan oğlu, M.Ö. 654’te tüm Anadolu, Suriye ve Filistin bölgelerini ele geçirdi. Burada adı Maduva olarak geçen kişi, Firdevsi’nin Şehnâme adlı eserinde ‟Efrasiryab” olarak anılan, gerçekte ise adı ‟Alp Er Tunga” olarak bildiğimiz Saka hükümdarıdır. İran hükümdarı ‟Keyhüsrev”, Kuzey Azerbaycan ve Doğu Anadolu’yu Sakalardan almak için kurduğu tuzak sonucu M.Ö. 626-625 yılında Alp Er Tunga’yı şerefine verdiği ziyafet sırasında zehirleyerek öldürdükten sonra istediğini elde etti ve Doğu Anadolu topraklarını ele geçirdi. Strabon’a göre Sakaların Anadolu’daki egemenlikleri 28 yıl sürmüştür.
Anadolu coğrafyasında var olan en eski varlıklarından biri de M.Ö. 149-127 yılları arasında İtil Nehri civarındaki topraklarından kalkıp Azerbaycan’a, oradan da Kars ve Pasin ovalarına gelip yerleşen ‟Bulgarlar” ve ‟Vanandlar”dır. Bulgarlar ile akraba bir kavim olan Vanandlar ile Bulgarlar’ın Doğu Anadolu coğrafyasına gelmeleriyle ilgili tarihî bilgi, Ermeni kaynaklarınca da teyit edilir. Hatta bu yerleşme, etkisini, Selçukluların Anadolu’yu egemenliklerine alıncaya kadar Kars şehrinin adının Vanad olarak anılması ile gösteriyor.
HUNLAR VE ANADOLU
IV. asırda Balamir başbuğluğunda batıya; Avrupa topraklarına hareket eden Hunlar, ilk önce, IV. asrın ortalarına doğru İranî bir kavim olan Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra 374 yılında Karadeniz’in kuzeyindeki Got krallığı topraklarına saldırdı ve topraklarını ele geçirdiler. Hunların önünden kaçan Gotlar, Avrupa’nın batısına, yani Roma İmparatorluğu topraklarına doğru önlerine çıkan İranî ve Germen topluluklarını yurtlarından ederek Roma ülkesinin ‟limes” adını verdiği sınırlarını aştılar. Böylece 375 yılında ‟Kavimler Göçü” başlamış oldu. Bu durum, Roma İmparatorluğu’nun siyasî, ekonomik, askerî ve sosyal olarak büyük bir buhran yaşamasına ve yaklaşık 20 yıl sonra ‟Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu” olarak ikiye ayrılmasına neden olurken, Avrupa’nın etnik yapısını da köklü bir şekilde değişime uğratmış oldu.
395 yılında İmparator I. Theodosios’un ölmesi ve Roma’nın doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasından sonra aynı yıl içerisinde Hunlar yeniden harekete geçerek yeni bir akın ve yağma harekâtına giriştiler. Bu harekât, iki koldan yürütülecekti: ilk kol Balkanlar üzerinden Trakya’yı, ikinci kol Kafkaslar üzerinden Anadolu’yu hedef almaktaydı. Anadolu harekâtını ‟Kursık” ve ‟Basık” adlı iki komutan idare ediyordu. İlk olarak Kafkaslar üzerinden Erzurum’a girdiler. Ardından da bugünkü Malatya ve Çukurova’ya kadar akınlarını sürdürerek, sonrasında Urfa ve Antakya şehirlerini kuşattılar. Buradan daha güneye inen Hun atlıları, Suriye topraklarında faâliyetlerde bulunduktan sonra Kudüs’e kadar akınlarda bulundular. Ardından tekrar kuzeye yönelerek Ankara-Kayseri hattındaki İç Anadolu topraklarında akınlarda bulunarak 396 yılının içerisinde Azerbaycan yönünde hareket edip Kafkaslar üzerinden merkezlerine döndüler. Avrupa Hunlarının Doğu Roma İmparatorluğu egemenliğindeki Anadolu’ya yapmış oldukları bu harekât, Roma ve Bizans tarihî kaynaklarında kayıtlı olan Türklerin bu topraklardaki ilk görünmeleridir. 398 yılında yine Avrupa Hunlarının Anadolu’ya yaptıkları ikinci bir harekât vardır ki, bu, kapsamı ve sınırları itibariyle ilkinden daha küçük ölçeklidir. Hunların gerçekleştirmiş oldukları bu askerî harekâtlar, yurt tutma amacıyla olmayıp; keşif ve yağma amacıyla yapılmış akın niteliğindedir.
SABİR AKINLARI
Malazgirt öncesi Anadolu’ya yapılan Türk akınlarından biri de ‟Sabir(Sibir) Türkleri” tarafından gerçekleştirilir. 305 yılında Kafkasya’nın kuzeyinden güneye geçen Sabirler, 515-516 yılında Anadolu coğrafyasına indiler. Sabirler; Kapadokya, Ankara ve Kastamonu’ya kadar faâliyetlerde bulunurken başlarında ‟Çiğil-biy” adında bir başbuğları bulunuyordu. Yaklaşık 11-12 yıl Doğu Roma İmparatorluğu toprağı olan Anadolu coğrafyasında varlıklarını sürdüren Sabirler, 527 yılında Anadolu’dan çekilmişlerdir.
ANADOLU'DA AVAR İZLERİ
I. Göktürk Devleti’nin kurulmasından sonra yaşadıkları baskılar nedeniyle batıya doğru göçe başlayan ‟Avarlar”, 558-805 yılları arasında Orta Avrupa’da ve Karadeniz’in Kuzeyinde büyük bir devlet kurarak, yaklaşık 250 yıl hüküm sürmüş olan Avar Devleti’ni kurmuşlardır. Avarların siyasî tarihi boyunca gerçekleştirdikleri en büyük askerî harekât, İstanbul'u kuşatmalarıdır. İlki 617 veya 619 yılında Sasanî İmparatorluğu ile müttefik olarak gerçekleştirilen kuşatmanın ardından, ikincisi ve daha geniş çaplı olarak yine Sasanîler ile ortaklaşa düzenlenen 626 yılındaki kuşatmadır. Kuşatmayı fiilen gerçekleştiren asıl güç Avarlardı. Büyük yankı ve etkiler doğuran bu kuşatmaların ilkinde Bizans İmparatoru başkenti terk ederek şehri kaderine bırakmayı düşünmüş, ikincisinde Sasanî ordusunun da karadan Anadolu coğrafyasını kat ederek Avrupa yakasında kuşatmayı sürdüren Avar ordusuna yardıma gelmesinin ardından bu kez imparator, bir diğer Türk Devleti olan Hazar Devleti’nde yardım istemek üzere yola çıkmıştır. Kuşatmalar etkili olsa ve imparator ile halkı korkuya düşürerek şehri terk etme ve başka bir Türk Devleti’nden yardım isteyecek duruma getirse de donanmanın olmayışından dolayı kuşatmalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yine de bu durum, Türk tarihinde ilk İstanbul kuşatmalarının yapılması açısından önem arz etmektedir. Bundan ayrı olarak, II. Justinianus(685-695/705-711) doğudaki Sasanî tehdidine karşı, Avrupa’da bulunan Avar Devleti’ndeki Türklerden bir bölümünü Balkanlar üzerinden Anadolu’ya getirterek onları Doğu Anadolu’daki İran sınırına yerleştirmiştir.
ANADOLU'DA ETRAK İZLERİ
IX. asırda Türkistan’dan batıya doğru yaşanan Türk göçü sonrasında Abbasî Devleti bünyesinde, özellikle 840-860 yılları arasında çok sayıda Türk’ün bu devletin ordusunda memlûk veya paralı asker olarak görev alması ve bu durumun ilerleyen yıllarda da giderek artması, onların zamanla Abbasî Devleti içerisinde güç sahibi olmalarına yol açtı. ‟Benî Bâcûr(Bayçur)”, ‟Afşinler”, ‟Benî Akşid”, el-Sûlî, ‟Beni el-Sâc(Sacoğulları) ve ‟el-Türkişî” gibi aileler, Abbasî ordusu ve devletinde yükselen Türk ailelerden bazılarıdır. Bu ailelerden biri olan Afşinlerden ‟Afşin Haydar”, Doğu Anadolu’yu da içerisine alacak şekilde, Abbasîlerin Ermeniye, Azerbaycan genel valiliği yapmış ve onun döneminde bu bölgelerde yüksek miktarda bir Türk zümresi ve kuvveti bulunmaktaydı. 838 yılında Abbasî halifesi Mutâsım’ın Anadolu üzerine çıktığı seferde Afşin, Abbasî ordularının sağ kanat komutanıdır. Onun devlet içindeki siyasî gücünün giderek artmasından çekinen halife Mutâsım, Afşin’i idam ettirdi. Fakat bu durum, Doğu Anadolu ve Azerbaycan’daki Türk askerî gücünde herhangi bir eksilmeye neden olmadı. M.786 yılında halife Harun el-Reşid, komutanlarından ‟Ebu Süleyman el-Türk” bir Türk emirini Tarsus şehrine görevlendirmiştir. Ayrıca, yine o dönemlerde Adana-Tarsus bölgesinde Abbasî emirlerinden ‟Buga” adlı bir Türk komutan, valilik görevinde bulundu. Abbasî Devleti, IX. Asırdan itibaren orduda görev yapan komutan, asker ve cümle Türk zümresinin Arap kadınlarıyla evlenip melezleşerek, savaşçı özelliklerini kaybetmemeleri için, onlara has, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan ve ‟Samarra” adı verilen vilayeti kurmuşlardır.
PEÇENEKLER VE ANADOLU
Türkistan’dan batıya; Doğu Avrupa’ya doğru yönelen son büyük göç, IX-XI. asırlar arasında yaşanmış ve bu göçü oluşturan Türk kütlelerinin en büyüklerinden biri ‟Peçenekler” olmuşlardır. Peçenekler, Batı Göktürk Devleti’nin yıkılış sürecinden sonra Karlukların güçlenmesi ile üzerlerinde oluşan baskıdan dolayı önce Batı Sibirya’ya, daha sonra da IX. asırda yaptıkları akınlar ile ticaret yolunun güvenliğini bozdukları için Hazar Devleti’nin baskısıyla 860-880 yılları arasında Karadeniz üzerinden Doğu Avrupa’ya doğru göçe başladılar. Sonrasında onları ‟Uzlar(Oğuzlar)” ve ‟Kumanlar(Kıpçaklar)” izlediler. Her gelen grup bir önceki Türk boyunu o an bulundukları bölgelerden atarken, bu durum, Türk boylarının hızlı bir şekilde Karadeniz’in kuzeyi ve Doğu Avrupa’dan Balkanlara doğru hızlı bir yayılma alanı oluşturmalarına ve Avrupa’da etnik bir hareketliliğin yaşanmasına neden oldu. Peçenekler, 889-893 yıllarında Macarları Karpatlar bölgesindeki yurtlarından atarak bu bölgedeki bozkırlara yerleştiler. Daha sonrasında Uzlar, Peçenekleri yurtlarından çıkararak onları Macaristan üzerine göçe zorladılar ve bu baskı sonucunda 942-970 yılları aralığında Peçenekler, Macaristan’a gelerek yerleştiler. Boylar halinde teşkilatlanarak yaşayan Peçenekler hiçbir zaman devlet kuramamışlardır.
1036 yılında Kiev Knezliği ile yapılan savaşta Peçenekler yenilmeleri üzerine akınlarını Balkanlardaki Bizans topraklarına yoğunlaştırdılar. Fakat, arkadan gelen Kıpçak kütlelerinin Uzları yurtlarından atmalarından sonra Uzlar’da Peçenekleri yurtlarından çıkararak Balkanlar’da bir göç çığının oluşmasına neden oldular. Bu karışıklıklar nedeniyle iki Peçenek başbuğu; ‟Turak” ve ‟Kegen” arasında oluşan iktidar mücadelesi meydana geldi; bu mücadele, Kegen’in Bizans’a sığınması, Turak’ın da Bizans ile yapılan savaşta esir düşmesi ve ikisinin, kendilerine bağlı Peçenek kütleleriyle birlikte Hristiyanlığa geçmeleri ile sonuçlanmıştır. Bizans, kendine bağladığı ve paralı asker olarak kullanmaya başladığı bu Peçenek kuvvetlerini önce Bulgaristan’a yerleştirmiş, ardından da 1048 yılından sonra, artan Selçuklu akınlarına karşı savunmaları için Anadolu’ya yerleştirmiş ve onlar üzerine sevk etmiştir. Soydaşlarına karşı böyle bir görevi kabul etmeyerek Balkanlara geri dönen sayıları yaklaşık 15.000 Peçenek atlısı olmuştur. Geriye kalan ve Bizans ordusunda paralı askerlik yapan Peçenek askerleri, 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’nda taraf değiştirerek soydaşları Selçuklular safında yer almışlar ve savaşın kazanılmasında mühim bir rol oynamışlarıdır.
ANAOLDU'DA MÜSLÜMAN TÜRKLER/İLK AKINLAR
Selçuk Bey’in 1007 yılındaki ölümünden sonra Selçuklu ailesi ve Türkmenlerinin başına en büyük oğlu Arslan Yabgu geçti. Tuğrul ve Çağrı Beyler, kurultayda onun başbuğluğunu tanısalar da kendilerine bağlı Türkmenler ile ayrı hareket etme kararı aldılar. Maveraünnehir ve Seyhun nehrinin ötesinde; Talas bölgesinde Karahanlı han ve teginlerinin tehdit ve baskılarından dolayı kendilerine yaşam alanı kalmayınca Tuğrul ve Çağrı Beyler, kendilerine yeni bir yurt, hayvanlarına da rahat otlatabilecekleri topraklar bulma kararı aldılar. Bu çerçevede, 1015 yılında Çağrı Bey, emrindeki 3000 kadar Türkmen süvarisi ile hızla ve gizlice Gaznelilere ait Horasan bölgesinden geçerek önce Azerbaycan’a oradan da Doğu Anadolu topraklarına girdi. Bu sırada Doğu Anadolu’da Bizans’a bağlı Ermeni ve Gürcü krallıkları bulunuyordu. İlk önce, Ermeni ‟Vaspurakan Krallığı”nın topraklarına giren Çağrı Bey, yapılan savaşta Ermeni ordusunu bozguna uğrattı, bir süre bölgede dolaşarak pek çok ganimet elde etti ve Vaspurakan Krallığı’nın batı topraklarındaki kaleleri ele geçirdi. Ardından, kuzeye yönelerek Gürcüler üzerine yürüdü ve topraklarına girdi. Çağrı Bey’i karşılamak üzere bekleyen General Liparit komutasındaki bir Gürcü ordusu, savaşı göze alamayarak geri çekildi; bunun üzerine Çağrı Bey, Nahcivan bölgesi topraklarını ele geçirdi. Bununla da yetinmeyen Çağrı Bey, daha da kuzeye yönelerek Nik bölgesine girdi. Durumu haber alan Beçni Kalesi’nin Ermeni komutanı Vasak, ordusu ile Çağrı Bey’in üzerine yürüdü ve yapılan savaşta hezimete uğrayan taraf yine Ermeni ve Gürcüler oldu. Bir müddet daha bölgede dolaşan ve ganimet toplayan Çağrı Bey, yeterli keşifleri yaptığına kanaât getirerek 1021 yılında yine Azerbaycan ve Horasan üzerinden Maveraeünnehir’e dönerek Kardeşi Tuğrul Bey ile bir araya geldi ve Anadolu hakkında olumlu bir rapor verdi. Bölgeye geldiğinde var olan Ermeni ve Gürcü prensliklerinin kendi aralarındaki ve Bizans ile olan mücadelelerinden kaynaklı bölgedeki kaos ortamından yararlanan Çağrı Bey, ileride yurt tutma amaçlı keşif ve ganimet elde etme amacıyla çıktığı seferden büyük başarılar elde ederken, bölge halkı ve toprakları üzerinde de derin etkiler bırakmıştır; Ermeni ‟Ardzuri” ve ‟Bagraturi” krallıkları yıkılmış ve halk, Orta Anadolu’ya doğru göç etmiştir. Bölgenin insansız hale gelmesi, kısa bir gelecekte bölgenin Selçuklu Türklerince kolayca ele geçirilmesine zemin hazırlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sonra Malazgirt Savaşı’na kadar geçen sürede Anadolu üzerine yapılan akınlarda Çağrı Bey’in bu sefer sonucu elde ettiği bilgiler ve kullandığı güzergâh, Selçuklular için bir rehber ve kılavuz niteliği taşımıştır.
TUĞRUL BEY, PASİNLER VE ANADOLU'DA SELÇUKLULAR
Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sekiz yıl sonra Anadolu’ya ikinci sefer düzenlendi. Bizans İmparatoru IX. Konstantinos’un emri ile Müslüman Şeddâdîlerin başkentinin Gürcü komutan Liparit tarafından kuşatılması üzerine Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış, yardım amaçlı gelerek Liparit ve ordusunu bozguna uğrattı. Bir diğer taraftan Musa(İnanç) Yabgu’nun oğlu Şehzâde Hasan, 1048 yılında Erzurum bölgesine girdi ve Vaspurakan bölgesine doğru ilerlemeye başladı. Bu durum karşısında Vaspurakan’ın Bizans valisi, Gürcistan’ın Bizans valisinden yardım istedi. İstediği askerî yardımı aldıktan sonra Bizans kuvvetleri, Şehzâde Hasan’ın komutasındaki Selçuklu ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğrattı. Bu savaşta şehzâde Hasan şehit düştü.
Haberi alan Sultan Tuğrul, İbrahim Yınal’ı Azerbaycan Valiliğine atadıktan sonra Anadolu üzerine sefer emri verdi. 1048-1049 yılında İbrahim Yınal komutasında Doğu Anadolu’ya giren Selçuklular, Vaspurakan üzerinden hızla gelerek Erzurum ve çevresindeki bölgelerden pek çok kale ve şehri ele geçirip, bol miktarda ganimet ve esir elde ettiler. Durumdan haberdar olan Bizans İmparatoru, komutanı Liparit’i bölgede zor durumda bulunanBizans valileri ve ordusuna yardım amaçlı bölgeye gönderdi. Bizans ordusu içerisindeki ihtilafları gören ve iyi değerlendiren İbrahim Yınal, Erzen-i Rum(Erzurum) dolaylarındaki Basean(Pasinler) bölgesinde yapılan savaşta Bizans ordusunu bozguna uğrattı ve General Liparit’i esir aldı. Bu savaş literatüre ‟Pasinler Savaşı” olarak geçmiştir. Ve bu savaş önemli sonuçlar doğurmuştur; Pasinler Savaşı, Selçuklu ve Bizans arasında iki denk devlet olarak yapılan ilk savaştır. Bu savaştan sonra Bizans’ın Selçuklu akınlarına karşı mukavemeti ve maneviyatında önemli kırılmalar yaşanırken, Selçuklular tarafında ise Bizans’ın ürkülecek bir güç olmadığını görülmüştür. Esir komutanını kurtarmak isteyen imparator Konstantinos, Selçuklu egemenliğini tanıyarak vasal bir devlet olan Mervâni Emirliği’nin aracılığıyla Sultan Tuğrul’dan barış talep etti. Barış teklifini kabul eden Sultan Tuğrul, elçilik heyetlerinin karşılıklı Bizans ve Selçuklu ülkelerine gidip gelmelerinin ardından şöyle bir antlaşmaya varıldı: 1. Emevîler tarafından İstanbul’da yapılan cami ve medresenin bakım ve tadilatı yapılacak, 2. Şii-Fatîmî halifesi adına okunan hutbe, Abbasî halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunacak, 3. Caminin mihrabına Türklerin eski devirlerden beri hükümdarlık alameti olan ve Sultan Tuğrul’un da kullandığı ‟ok ve yay” işareti yerleştirilecek.
Kamu Saati Sayfamızı Sosyal Medya Üzerinden Takip Ederek Güncel İş İlanları Memur ve İşçi Alım Haberlerine ve Son Dakika Haberlerine Herkesten Önce Ulaşarak Bir Adım Öne Geçebilirsiniz.
Kamu Saati Twitter Sayfamızı Takip Etmek İçin TIKLAYINIZ
Kamu Saati Facebook Sayfamızı Takip Etmek İçin TIKLAYINIZ
Kamu Saati İnstagram Sayfamızı Takip Etmek İçin TIKLAYINIZ
Kamu Saati Android Uygulamamız İçin TIKLAYINIZ
Bu yazının tüm hakları www.kamusaati.com'a aittir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 36. maddesi uyarınca alıntılanamaz. Telif hakları saklı tutulmuş bu yazının alıntılanması halinde yasal takip yapılacaktır. ©