Memur-Sen Ankara İl Başkanı Mustafa Kır, Mehmet Akif Ersoy'un vefatının 81. Yıldönümü münasebetiyle yaptığı yazılı açıklamada, "Akif'i hastalığında ve vefatında yanlız bırakanlar utansın!" dedi.
Akif'i hastalığında ve vefatında yalnız bırakanlar utansın!
İstiklâl Marşı şairi, büyük fikir ve dava adamı, millî mücadele ve kuvay-ı milliye ruhunun öncüsü Mehmet Akif Ersoy'u (1873-1936) vefatının 81.Yılında rahmet,minnet ve şükranla anıyorum.
Mehmet Akif Ersoy 1936 yılının aralık ayında soğuk bir kış gününde Beyoğlu'nda ki Mısır apartmanında vefat etti. Dr. Macit Bumin ve Mithat Müdüroğlu isminde iki tıp öğrencisi Beyazıt kütüphanesine giderken, cami kapısına yönelen ve yükü örtüsüz bir tabut olan tek atlı bir at arabasının Beyazıt Camine yöneldiğini görünce hemen at arabasının yanına varıp, tabutun kime ait olduğunu sorarlar. Kendisini özel katip olarak tanıtan ve başında fes bulunan bir genç, tabutun Mehmet Akif Ersoy'a ait olduğunu söyler. Öğrenciler tabutu arabanın üzerinden alıp musalla taşının üzerine koyarlar. Kendi imkanları ile bir Türk Bayrağı alıp, tabutun üzerine örttükten sonra çevrede bulunan okulları ve yurtları dolaşarak büyük bir kalabalığın oluşmasına vesile olurlar.
Cenazesinde hiçbir resmi görevli yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin istiklal marşını yazmış, istiklal madalyası sahibi ve bir dönem milletvekilliği bile yapmış bir zatın cenazesinde şartlar ne olursa olsun hiçbir resmi görevlinin bulunmaması garip değil midir? Vefat ettiğinde beş parası yoktur. Daha da ilginci oğlu ve kızı da parasız pulsuz kalırlar;yokluk ve sefalet içinde vefat ederler. Şimdi ancak; Akif'i hastalığında ve ölümünde yalnız bırakanlar utansın! Diyebiliyorum.
Yazdığı İstiklal Marşı karşılığında kendisine sunulan büyük imkanı elinin tersiyle iten, milletine adadığı için Safahatına bile almayan hastalığında ve vefatında yalnızlığa terk ettiğimiz Akif kimdir? Üzeri örtüsüz tabutta yatan naşın Mehmet Akif Ersoy'a ait olduğu iki tıp öğrencisi tarafından tesadüfen görülmeseydi ve garipler mezarlığına defnedilir gibi defnedilseydi, beki de O'nun yazdığı İstiklal Marşını okurken, O'na karşı duyduğumuz mahcubiyetten dolayı yüzümüz kızarmayacak mıydı? Bu millet; Akif'i ve çocuklarını yalnızlığa itecek, yokluğa mahkum edecek kadar vefasız mıydı?
Oysaki İslam düşüncesinin edebiyattaki en önemli şahsiyeti olan Mehmet Akif;İslam şairi, İman Şairi,İstiklal Marşı şairi,Vatan şairi, milli şair,mütefekkir, mutasavvıf, öğretmen, vaiz, hafız,mütercim, müfessir gibi pek çok hak ettiği unvanlarla anılan bir şahsiyettir.
Akif sadece bir şair ve bir düşünür değil, aynı zamanda yazdıkları ve düşündükleri ile özdeşleşen ,sözü sözüne,özü özüne uyan bir iman ve ahlak abidesidir. Onun hastalığına ve ölümüne nasıl bigane kalınabilir?
Akif:Parçalanan İslam ümmetinin sancılı üstadıdır.
Akif; "gözler önünde yok edilen bir neslin feryadı, parçalanan İslam ümmetinin sancılı üstadıdır. O Dinin yok ediliş sürecinde varoluş mücadelesinin önde giden akıncısıdır. O halkın sesini Hakk'ın sesine dönüştüren mana aleminin aynasıdır. Mehmet Akif Ersoy: İttihadı İslam için ömrünü adayan "Vatanı sevgisi imandandır" hadisinin, ruhunda noksansız tecelli bulduğu bir vatan sevdalısıdır.
İmparatorluk davasına son verdiğimiz dönemde; ordumuzun dağıtıldığı, Sevr antlaşmasıyla vatanın parçalandığı, Rumeli'nin kaybedildiği, güzel İzmir'in, yeşil Bursa'nın Yunanlılar tarafından işgal edildiği,düşman ordularının Ankara'ya doğru ilerlediği, TBMM' de hükümet merkezinin Kayseri'ye naklinin bile tartışıldığı sırada bile hiç umutsuzluğa kapılmadan deri çarık, demir asa ile Anadolu'yu adım adım dolaşmıştır.
Konya'da çıkan bir isyanı bastırmak için Konya'ya koşmuş, Oradan devlete isyan hazırlıkları başlanan Necid çöllerine uzanmıştır. Her gittiği köy, kasaba ve şehir camilerinde vatan savunmasına dair yaptığı ateşli vaazlarla milletin ruhunda fırtınalar koparmıştır.
Akif; düşmanı denize döken harekatın motor gücüdür.
Akif; memleketin en karanlık ve buhranlı günlerinde fakir,silahsız, cephanesiz mutsuz ve umutsuz bir millete umut aşılamıştır. Ölüm kalım mücadelesinde bazen engin duygulu bir şairin bir ordu kadar etkili olduğu görülmüştür. Mehmet Akif'te kaleminden bir volkan gibi fışkıran İstiklal Marşını yazarak, İstiklal harbinin manevi cephesinde başlatılan büyük taarruzla Yunanı denize döken harekatın motor gücü olmuştur.
Akif'i anmak yetmez Onu anlamak lazımdır. Onu anlamak için de doğumundan ölümüne kadar geçirdiği bütün hayatını içine alan bir iman abidesinin nazma bürünmüş şekli olan Safahatını iyice tetkik etmek gerekir. Çünkü Safahatta; ağlayan,üzülen,acıyan,dertlenen, sevinen,kızan,isyan eden,koşan,konuşan tartışan bir kahraman vardır O da Akif'in kendisidir.
O millete romantik köşelerden, sırça köşklerden değil; sefalet ve yoksulluk içinde kıvranan halkının zaviyesinden bakmıştır. Koskoca İslam aleminin dertleriyle dertlenmiş, feryatlarını haykırmıştır."Mahalle Kahvesi"nde zamanını kahvehane köşelerinde öldüren tembel kişileri. "Köse İmam"da İslam'ı yanlış anlayarak karısını boşamak isteyen acımasız cahil bir adamı anlatmış, özlenen gençliği ise "Asım" la simgeleştirmiştir.
"Seyfi Baba"da bir dostunun hastalığı kendisini perişan etmiştir. "Hasta"da veremli bir ziraat mektebi öğrencisiyle ölüm yolculuğuna çıkmıştır. "Meyhane"de sarhoş kızı İffet'in evde kalma acısını paylaşmıştır. "Küfe" de küfeci Hasan'ın fakirliğini ve çaresizliğini,yetim kalan bir çocuğun dramını yaşamıştır.
Velhasıl kahvehanelerin,meyhanelerin pis havasını camilerin,minberlerin secdelerin heyecanını, cephelerin kan ve kıyametini koskoca bir milletin geçirdiği safhaları dile getirmiştir.
Bütün bu olaylar Mehmet Akif'in duygulu ve coşkulu şairliği yanında mücadeleci ,azimli,cesur ve emsalsiz vatanseverlik anlayışını,sosyal yönünü ortaya koyan ifadelerdir.
Dalkavukluk yapmayan ve dalkavukluktan hoşlanmaya müstesna insandır.
Mehmet Akif Ersoy kadar Müslüman Türk Milletinin dertleriyle dertlenen, Müslüman Türk milleti gibi düşünen, Müslüman Türk milleti gibi konuşan ve yaşayan bir başka milli ve yerli şair göstermek mümkün değildir.
İçinde bulunduğumuz çağda, at izinin it izine karıştığı İslam coğrafyasında Akif'in İslam anlayışına,yorumuna samimiyetine,azmine,cesaretine birleştirici ve bütünleştirici kimliğine olan ihtiyacımızı kelimelere sığdırmak mümkün değildir.
Yazımı Mithat Cemal'in Akif ille İlgili şu tespiti ile tamamlamak istiyorum. Mithat Cemal şöyle diyor:"Akif hayatımın 33 senesidir. Bu 33 senede o, bir tek defa bile bayağı olmadı. Onun iç yüzüne baktığım vakit gökyüzün ve denize bakar gibi ferahlardım. Sonra 63 senelik hayatını öğrendim; bu ne berrak 63 senedir, siyah ve pis tek bir dakikası yoktur." "Dalkavukluk etmeyen adam gördüm; fakat dalkavukluktan hoşlanmayan adam görmedim. Bunun bir müstesnası vardır: O da Akif'tir.
Akif: "Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulayı da, er geç silecektir..
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım,kim beni nerden bilecektir... "
Sözleriyle tevazu gösterse de bu gün yurt içinde ve yurt dışında resmi kurumlarımızda, kışlalarımızda,kalelerimizde,kulelerimizde ay yıldızlı bayrağımızı onun şiiriyle dalgalandırıyoruz. Ancak hastalığında ve vefatında O'nu yalnızlığa terk ettiğimiz için O'na karşı hala mahcubuz. Hayatını ve İstiklal marşını milletine adayan Akif'imizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, ruhun şad mekanın makamın cennet olsun. Büyük Akif!