SÖZ YANGINI


Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

11 Kasım 2016, 11:08

Geçmişe dair ne çok ‘keşke’ miz vardır kim bilir? Gül yarası, dil yarası, söz yarası, göz yarası… ‘Söz’ yarasının ‘sus’ yarasından daha geç sağaldığını bilmeyiz belki de. ‘Göz’ ağrısının ‘köz’ ağrısından daha geç kapandığını bilmediğimiz gibi. Sönmeyen bir tek ‘söz’ yangınıdır, bütün yangınlar içinde.

Daralan bir gömleğin düğmesinin, yakanızdan koparak ayakucunuza düşüvermesi gibi çıka gider sevdikleriniz elinizden, can evinizden. Geceleyin gökyüzünde kayan bir yıldız gibi kayıverir avuçlarınızdan, gönlünüzde taht kuran sevgililer. Kimini şehir mezarlığına, kimini kimsesizler mezarlığına, kimini de kalbinizin mezarlığına gömersiniz.

Aklınızla kalbiniz arasına sıkışan gençliğinizi ararken, en çok da şakaklarınıza düşen kar taneleri ele verir sizi. Mektuplarına karşılık veremediğiniz kaç çocuk yüzü karşılar ki sizi, şehrin tenha varoşlarında şimdi? Bir zamanlar yüreğiniz yüreğine değmeden geçemediğiniz daracık sokaklarında mahcup bakışlı evlerin aralanan perdelerinin ardında arar durur gözleriniz, hâlâ yarası derin yârin gözlerini.

Sevdiğinizin zambak misali açılan yüzüne haykırmayı en çok istediğiniz zamanlardan kalma sevebilme hünerinizi naftalin kokulu sandıklarda saklamaktan yorgun düşmüştür belki de bedeniniz. Ulu bir meleğin kanadında, can kuşunuzun ten kafesinizden uçup gittiğine tanık olursunuz bir gün gelir de.

Dünyanın devasa sahnesinde sahnelenen bir dramdan ibarettir oysa yaşadıklarımız. Bir gram gülümsemenin, miskali ölçen terazilerde, bir batman iyiliğe karşılık geldiğini bile bile, tebessüm miskini olmayı benimseriz her şeyden önce. Dost bilinen aynalarda ararken hayatın yankısını, özlemek sancısı ile ovmayı unuttuk içten kanamalı ve söz yangını yaralarımızı, derin ve sessizce.  

Araladığımız her kapıdan yüzümüzü kuşatan bir esinti, kulaklarımızı okşayan bir ezgi gibi; sevincin ahengi, acının rengi, hızla dünyaya çarpan umutlarımıza indirgemeden asgari beklentilerimizi, diz boyu sevdalara vurabilseydik kendimizi, kim bilir belki de güvenli limanlara çıkarabilirdik kırık dökük ve dümensiz gemimizi.

Cumbalara sarınan sarmaşıklar, kalbimize dolanan eşsiz aşklar gibi yürek tellerini titreten bir türkünün ahşap kaplama radyolardan odalarımıza yayılması ile başlayan bitimsiz bir ritme ayarlı kılabilseydik kelimelerimizin nabzını, pişmanlıklarımız da o denli azalırdı tüm yaşanmışlıklara dair.

Uçmayı bilmeyen yalnız bir kuş gibi anılarımız. Ökçesi sinsice vuran ayakkabı gibi yaralar gövdemizi hayat, kendinden yoksun bırakınca bizi gülüşüne serçeler karışan dostlarımız. Yalnızlığa kanat çırparken içimizin kuşları, ansız ve habersiz uçuverir göğümüzden; yakınlığı, uzakları yakın eden yakınlarımız.

Ayrılık girmeden araya hiçbir acı gövdende iz bırakmaz. Kar düşmeden kabirlerin üstüne hiçbir yalnızlık kalbini vurmaz. Ağlamakla bağlı kalsan bile buğulanan ömrün ağrısına, ağır bir kahırla solmaz sabrın rengi bilesin.

Sancıyan yanından ardı görülmeyen yokuşlar gibi uzayan acılar geçer, çocukluk heveslerine eş bayram şekerleriyle akıp giderken hayat. Paranteze alınmış bir bahar kadar yolumuzdan alıkoyar bizi. Dünya denen tüneğe tutunan hevestir duraksatan bitimsiz mevsimleri. Ucuna hayallerimizi iliştirdiğimiz uçurtmamızın ipini koparan bir çığlıktan habersiz, ansız uçurumlardan çekip alan bir yalancı tan gibi.

Yeryüzü oyuncaklarının parıltısı ile aklı kamaşan, kalabalığa karışınca kirli gömleklere sürtünmekten kalbi aşınan, yakınlaştıkça mesafeleri hızla uzayan, et ve kemik yığını insanlar yağıyor sokaklara, canhıraş ve hıncahınç dolduruyor kınından çıkmaya ramak kalan kentleri. Yazdan güze akıp giden mevsimsiz bir göç telaşında oysa zaman kayasından ölüm yontan kalpleri.

Dilinde kırgın kırağılar, ayağında pas tutmuş bukağılar,  ak yeleli atlardan savrulan bulutlar gibi rüyalarla avunup sabahı beklerken ‘keşke’ eskilerini yamayan, acılarını onaran bir dokunuşla öz yaşam öyküsünün satırbaşlarını okşayan, kar yağarken yaslanarak aşkların hafızasına, yaşanmışlıklarını temize çeken ıstırap ustalarını düşün şimdi.

Onarmak vaktidir kırgın gönül hırkalarını, kurtarıp ‘keşke’ sargısından sarma vaktidir dil yaralarını. Terk ederek çağın kâğıttan kentlerini, kar yağarken yârin kapısında yalınayak durma vaktidir, ardında bırakıp ‘gurur’ nalinlerini.

Bir de bunu unutma;
“Hiç bir kuş yalnız değildir; 
Ölümdür yaşanan tek başına, 
Aşk iki kişiliktir.”
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Gözüm - 8 yıl önce
Değerli Hocam yüreğine sağlık.
Avatar
Mustafa - 8 yıl önce
Her kabuk bağlayan yaranın altında sızan bir kan vardır... Yüreğine sağlık edip insan...
Avatar
ayhan benli, - 8 yıl önce
Gönüllerde biriken duygular, böyle çağlayan gibi coşturuyor insanı, güzel kardeşim benim....
Avatar
Akif - 8 yıl önce
Yine hüzünden sevince, acıdan coşkuya vardık. olumlu bakışlar içinde ince mesajlar barındıran uzun cümlelere ulaştık. Yüreğinize sağlık
Avatar
Irfan - 8 yıl önce
Yüreğine sağlık üstadım. Senin yazılarını okuyunca yazmak buymuş meğer diyorum. Yüreğine sağlık
Avatar
Sezen - 8 yıl önce
Yuregine saglik hocam.Gozlerim bugulu yuregim sizili ama tebessum ederek okudum yine.
Avatar
Murtaza Ulubey - 8 yıl önce
Kuşlar bile sevdiğine giderkeninsan nereye gideceğini bilemez haldekimin canını nasıl yakarım derdinde
Avatar
Efendi Gözüm - 8 yıl önce
Geçmişi hatırlatan, hüzünleri dillendiren,geleceğe köprü kuran bir yazı, yüreğinize sağlık İnşAllah