Bir ateş yak gönüllerde, bir nahif çizgi bırak gamzelerinde dilruba güzellerin. Dudaklarda tebessüm olsun gözlerin, dualarda ismin söylensin… Bir mektup yaz yâre, ucu yanık olanından… Geçtiğin yerlerde düşür yediverenlerini, ellerindeki nasır henüz yüreğine ulaşmamış olanlar toplasın ardından…
Bir türkü tuttur bütün suskunlukları unutturan... Bir nehir ol, ak, kara gecelerde, yalnızlığını düşür secdelere mağrur alnınla birlikte, sabahın aydınlığına bir kala ve geceyi iki geçe… Ömrünün, geri dönmeyecek kırlangıçlarını düşün ve yorgunluk nedir bilmeyen haberler uçur ötelere…
Düşün ki dokuduğun gecenin yansımasıdır gündüzün de… Ve daim sofranda yer aç yetim başı büyüklüğünde. Yıkan serin sularda solmadan ömür gülün. Arınsın baştan ayağa ardında bıraktığın üryan kirlerin. Tutunduğun yosunlar koparılmadan bükülsün belin önünde Vâredenin…
Bir ateş yak yüreğinde, İbrahim’i yakmayan olsun. Bil ki duaların avuçların kadardır ve avuçların ufukların kadar... Öyleyse bir avuç dolusu dua ile var kapısına yârin. Maral bakışlı bir yakarışla yalvar Yaradana. Okunmamış bir kitabın sayfaları arasında ayraç olsun okyanus mavisi gözlerin… Biriktir hüzünlerini bir gözyaşı şişesinde ve sun ‘hüzünlü kalpleri seven’e. Nârı, nûra döndüren merhemler damıt parmaklarından…
Aşkın eşzamanlı akan şelaleleri gibi koşuşturmada akrep ve yelkovan ve kalbin tik takları ile yarışmada hızla sonuna koşan. Mecazi olmayan akrep gibi nâçar. Tutkuları ile tutuklu sınırları bileklerinin yarı çapı kadar olan ve terkedilmiş rüyalarına kaygılı gözlerle bakan insan. Hatırla reddedilişini ve karlarla karılmış toprağa en yakın olan yanlarını ov baldıranlarla, gözlerini ayırmadan ‘kayıran ve doyuran’ dan.
Saatini seher vaktine kur, kalbinin ritmini gecenin seyrine ve Yâr’in merhametine ayarlı kıl. Zamanın ne içindesin ne de dışında. Zaman senin içinde, sen zamanın hiçbir yerinde olmasan da. O yüzdendir ki ölümü ancak; yağmur kokusundan, servilerin hüznünden, tabut gıcırtısından, ‘havanın kurşun gibi ağır’ oluşundan, tütmeyen bacalardan bir de kuşların çığlığından haber alır insan.
Bir uçurumdur gece, bir okyanus ortası belki bir kaldırımın karanlığına yığılıp kalmış umut, ama hepsi gecenin gizlediklerine kutup yıldızıdır. Anlamlandırmanın ötesinde gece kendini yaşar bir de onu yaşayabileni. Hızla akarken ölüm, ufkumuzdan ayak ucumuza doğru.
Şairin: ’Gece yatak kılmıştır bize/Yalnızlıkla günahı’ dediği geceye inat bir kurtuluştur gece, bir tutunmadır kulpundan kutsallığın, bir arınmadır dostun kurnasında günahlarından. Umudun gecesi olmaktansa gecenin umudu olmak yeğdir. Devşir meyvelerini sükutun, çağla ömrünün asude akşamlarında.
Huzura varmak için ömrünün son baharını, dilinin ustalaşmasını bekleme ey insan! Duada ustalık, çıraklık olmaz, duada samimiyet olur. Bir bakmışsın, kanadı kırık bir kuşun kalbi, yaralı bir ceylanın duası uçmuş adresine. Bir bakmışsın, dalı kırık bir ağacın iniltisi ya da yetim bir kırlangıcın hüzne göç edişi, uçuvermiş Rabbine ve geri dönmeyen dualardan oluvermiş kim bilir?
Söz, bitince sahibinden ayrılır, yayından fırlayan ok gibi bir daha yayına geri dönmez, tıpkı nihayetlenen bir şiirin artık şaire değil okuyucuya ait olması gibi. Dua da artık dile getirenin değil ulaştığı adresin mülkiyetindedir. Yay eğri, kiriş titrek de olsa, ok doğru olunca şaşmaz hedefini bilesin.
Ey ‘nimet verildiğinde yüz çevirip yan çizen’, kendisine ‘bir kötülük dokununca da umutsuzluğa kapılan’ (17/83) insan,’herkes kendi karakterinin gereğini yapar’ (17/84) diyen Dost’un siteminden nasibini almadan, ayırma yolunu O’nun yolundan.
Sahip olduklarını bir anda kaybetmek için sadece yedi saniyenin yeterli olduğunu unutmadan, peşinden koştuğun nice ‘değer’ zannettiklerinin, aslında bir ‘hiç’ ten ibaret olduğunu anlaman da yedi saniye sürmeyecek bilesin. Zaten isminden de geriye kalacak olan yalnız baş harflerinden oluşan, ayak ucuna ve alnının çatına çatılacak olan bir ‘hiç’ değil midir?
A’ dan Z’ ye bütün harfler, az seni anlatmak için. Bir ömür yetmiyor seni yaşamaya, ey nazlı bir edayla salınan ölüm. Kefareti ölüm olan bir ömür kifayetsiz kalıyor seni anlamak için.
Öyle bir gün gelecek ki; önce ‘eylemleri boynuna yüklenen’ sonra törenler, yortular, şehrayinler, kapıları başkaları tarafından açılan ışıklı arabalar ve kırmızı halılar yerine, ‘neşredilmiş ve önüne serilmiş bir kitapla karşılanacak’ (17/13) olana; ‘Oku kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak kendin yeter’ (17/14) denecek ey İnsan!
Şair'in ‘Herkes ölür ama herkes yaşayamaz’ dediği gibi; gün ışımadan ve dolmadan ömrünün son yedi saniyesi, selamla servilerini kabrinin. Adımla ve arşınla ki aşınsın taş kaldırımları ilk ve son adresinin. Dokun kanadına güvercinlerin, toprak kımıldamadan, ıssızlığa terk edilen mâbedlerin avlusunu, dilsiz mermerlerine eşlik eden ve acısını siyaha boyayan dostların doldurmadan.
Oku kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak kendin yeter.
Müthiş!