Eğitim-Bir-Sen Konya 2 Nolu Şube Başkanı Şenol METİN, Doçentlik Sözlü Sınavına ilişkin basın açıklaması yaptı.
Eğitim-Bir-Sen Konya 2 Nolu Şube Başkanı Şenol METİN'den Doçentlik Sözlü Sınavına ilişkin basın açıklaması...
Değerli Basın Mensupları;
Üniversite idari personelinin tayin-terfilerinde çoğu zamanda ailenin kutsiyetini ve birliğini hiçe sayan uygulamalara imza atan Yükseköğretim sistemimiz; maalasef yıllardır üniversite idari personelinin üniversiteler arası tayinlerinde bir ekran açıp standartize edilmiş bir tayin-terfi sistemi yürürlüğe koyamamıştır.
Üniversite idari personeline yönelik yıllardır bir alışkanlık halinde süren bu yok sayılma-ötekileştirme uygulamalarını önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağız. Bugün sizlerle yükseköğretim sistemimizin akademik personelinin yüzde 70’inin bir dramını ‘Doçentlik Sözlü Sınavını’ paylaşmak istiyorum.
Değerli Basın Mensupları;
Cumhurbaşkanının Doçentlik ile ilgili verdiği talimatın üzerinden 3 ayı aşkın bir zaman geçmesine rağmen Doçentlik Sözlü Sınavları mağduriyet üretmeye devam ediyor.
Cumhurbaşkanın ‘Doçentlik önündeki engelleri kaldırın.’ Talimatı akademide görev yapan 40 Bin Yardımcı Doçent ve 50 Bin Araştırma Görevlisinde büyük bir umut yaratmıştı. YÖK Başkanı Yekta SARAÇ’ın ‘komisyonları kurduk, yakında bir model ile akademinin önüne çıkabiliriz.’ Açıklaması bu umudu pekiştirmişti. 3 aylık bir süre geçmesine rağmen hiçbir adımın atılmamış olması bürokrasinin klasik zamana yayıp unutturma stratejisini uyguladığını göstermektedir. Evet bürokrasimiz bu hususlardaki mahereti hepimizin malumudur.
Değerli Basın Mensupları;
Doçentlik süreci biri diğerinin önkoşulu olan 2 aşamalı bir süreçle nihayetlenmektedir. İlk aşama eser incelemesi aşaması; 5 profesör tarafından incelenen doçent adayının eserleri yeterli görüldükten sonra bize özgü sözlü sınav aşaması başlar ve aday ‘aday dediğimize bakmayın en az 5-6 yıllık doktoralı bilim insanıdır.’ Doçentlik Sözlü Sınavına çağrılır. Doçentlik sürecinin ilk aşaması eser incelemesinde de ciddi sorunlar bulunsa da yazılı bir materyal üzerinden incelemenin gerçekleştiriliyor olması az çok bir nesnellik ve denetlenebilirlik sağlamaktadır. Asıl sorun subjektifliğin zırva yaptığı sözlü sınav aşamasındadır.
Cumhurbaşkanının açık talimatına rağmen, Doçentlik Sözlü Sınavları yapılmaya devam ediliyor. Yine jüriler eski usulde kuruluyor ve ideolojik networklar sürece müdahil oluyor. Yine sınav nesnel değil ve neyi ölçtüğü belli değil. Güzel sanatlar, spor bilimleri, eczacılık, mimarlık gibi bazı bilim alanlarında Beyaz Kanlı Akademisyenlerce oluşturulmuş hegemonya alanları hala faal. Hatta FETÖ Terör Örgütü bağı nedeni ile haklarında iddianame düzenlenmiş hatta ve hatta ihraç edilmiş sözde akademisyen özde terör örgütü mensuplarından doçentlik jurilerinde görevlendirmeler yapılabiliyor ve onların oyları ile bilim insanlarının akademik unvanları gasbedilebiliyor. Kaldı ki FETÖ Operasyonları da devam ediyor, Juride görevlendirilen akademisyenler arasında kripto FETÖ’cülerin bulunma olasılığı yüksek. Bugün jüride görevlendirilip Doçentlik gibi fevkalede önemli bir akademik unvanın verilmesinde etkili olan bir jüri üyesinin yarın FETÖ bağı tesbit edilerek ihracı mümkün. Ve biliyoruz ki böyle onlarca örnek var. Bunun denetimi, oluşacak mağduriyetin giderilmesi de mümkün değil.
Değerli Basın Mensupları;
Akademik unvan hiyerarşisinde ‘bilim dünyasında hiyerarşi, bu da ayrı bir garabet’ doçentliğin bir alt unvanı sayılan yardımcı doçentlikte atama; eser incelemesi ve yazılı dil sınavı ile yapılmaktadır. Doçentliğin bir üst unvanı profesörlükte atama, eser incelemesi ile yapılmaktadır. Bu ikisinin arasındaki unvan doçentlikte ise eser incelemesi artı sözlü sınav ile unvan verilmekte bilahere eser incelemesi ile atama yapılmaktadır.
Eğer sözlü sınav akademik yetkinliği ölçmek için iyi bir araç ise üst unvan profesör ve alt unvan yardımcı doçent atamalarında niye kullanmıyoruz. Yok eğer kötü bir araç ise profesör ve yardımcı doçent atamalarında kullanmadığımız sözlü sınavı doçent atamasında niye kullanıyoruz? Bu çelişki dahi doçentlik sözlü sınavını kaldırmak için yeterlidir.
Sonuç olarak; Doçentlik Sözlü Sınavı Jurilerin ideolojik formatı, sınavın subjektifliği, sonuçların denetlemezliği ve sınav ile neyin ölçüldüğünün ifade edilememesi nedenlerinden bir tanesi bile bu sınavı sınav olmaktan çıkararak bir eleme/ihsan mekanizmasına dönüştürmek için yeterli iken Cumhurbaşkanının açık talimatına, 2 yıldır sendikamızın çağrılarına ve akademik kamuoyunun konsensüsüne rağmen devam ettirilmesi manidardı. Akademisyenin bilimsel özerkliğini, bilim insanı kişiliğini parçalamanın bir aracı olarak kullanılan bu sınav artık KAL-DI-RIL-MA-LI-DIR...
Sendika olarak bilimsel yetkinliği ifade eden bir akademik unvanın kullanımını, idari bir tasarrufa bağlanmasını kabul etmiyoruz. Akademi saygınlığını, itibarını zedeleyen bu yüklerden kurtulmalıdır. Bilim dünyasının kurumsal yapısını ifade eden Akademide bilimsel yetkinlik dışında hiçbir kısıtı kabul etmiyoruz. Bu taarrufun sahibi YÖK’te olsa UAK’ta olsa yanlışlığı ifade etmeye devam edeceğiz.
Nitekim geçen hafta içinde FETÖ’dan ihraç edilmiş bir teröristin Doçentlik sözlü sınavından başarılı sayılarak doçent unvanını aldığı YÖK Başkanı Yekta SARAÇ tarafından sorumluluğun UAK’ta olduğu açıklaması ile öğrendik. Sorumlusu herkim ise bu olay gösterdi ki; Doçentlik jürilerindeki network hala işlemektedir. Ve tekraren diyoruz ki; Akademisyenin bilimsel özerkliğini, bilim insanı kişiliğini parçalamanın bir aracı olarak kullanılan bu sınav artık KAL-DI-RIL-MA-LI-DIR...
Hassasiyetlerimize tercüman olduğunuz için teşekkür ediyoruz.