Memur-Sen Ankara İl Başkanı Mustafa Kır, 28 Şubat Postmodern darbesinin 21. yıldönümü münasebetiyle yaptığı yazılı basın açıklamada "28 Şubat Darbesi Asker, Sivil, Siyaset Koalisyonu Darbesidir" dedi.
Memur-Sen Ankara İl Başkanı Mustafa Kır, 28 Şubat Postmodern darbesinin 21. yıldönümü münasebetiyle yazılı açıklama yaptı. Başkan Kır yaptığı basın açıklamasında "28 Şubat; asker, sivil, siyaset koalisyonu darbesidir." dedi.
İşte Memur-Sen Ankara İl Başkanı Mustafa Kır'ın basın açıklaması:
"Ülkemizde ister irtica korkusu, ister terörü önleme arzusu, isterse bozuk giden yönetime el koyma duygusu gibi hangi amaçla yapılırsa yapılsın bütün darbelerin aktörü askerler olmuştur.
1960 ihtilalıyla başlayan 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül darbesi ile devam eden darbeler zincirinin son halkası olan, İrtica tehdidi ve laikliğin elde gitmesi bahanesiyle yapılan 28 Şubat darbesi, Silahlı kuvvetler, medya, iş dünyası, bürokrasi, yargı, üniversite ve bazı sivil toplum örgütlerinin dayanışması ve hatta devrin C.Başkanının ön ayak olmasıyla gerçekleştirilen asker, sivil, siyaset koalisyon darbesi olarak Türk siyasi tarihindeki yerini almıştır.
28 Şubat Post modern darbesi, kansız ve idamsız gerçekleşmesi sebebiyle yumuşatılarak her ne kadar post modern diye adlandırılsa da, doğrudan doğruya halkın maddi ve manevi değerlerini hedef aldığı; inanan insanların inanç, demokratik, sosyal, hukuksal, yönetimsel, temel hak ve özgürlüklerini aşağılayıcı bir şekilde kısıtlayarak cezalandırılma yoluna gittiği için üzerinden yıllar geçse de oluşturduğu psikolojik ve sosyolojik travmalar mağdur ettiği kitleler üzerinden hala silinememiştir.
Bilindiği üzere darbeci zihniyet tarafından durumdan vazife çıkarılarak, yasalarda tanımı yapılmamış irtica kavramını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için öncelikli bir tehdit olarak algılama, temel hak ve hürriyetlerden olan inanan insanların inandıkları gibi yaşama, inançlarını öğrenme, öğretme taleplerini irtica kavramı içinde değerlendirme, laikliği de bu tür düşünceleri önleme, işe gelmeyen siyasi partileri kapatma, işe yaramayan hükümetleri düşürme ve istedikleri yönetimi iş başına getirmek için aparat olarak kullanılagelinmiştir.
Cumhuriyet tarihi boyunca çarpık laiklik uygulaması ve irtica paranoyası yüzünden nice din alimlerinin idam edildiği, nicelerinin sindirildiği, sürgüne gönderildiği, Kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerimin öğrenilmesinin, öğretilmesinin yasaklandığı, ezanın Türkçe okutulmaya zorlandığı, okumayanların cezalandırıldığı, İslam dininin öğrenildiği ve öğretildiği kurumlar olan İmam-Hatip okullarının, Kuran kurslarının irticacı kurumlar olarak sürekli kapatma tehdidi altında bırakıldığı bu kurumlara sahip çıkanlarında irticacı olarak yaftalandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Aslında 28 Şubat süreci; 28.06.1996 tarihinde Prof. Dr. NECMETTİN ERBAKAN'IN başbakanlığında Refah-Yol Hükümetinin kurulmasıyla ortaya çıkan bir hadise değildir. Temeli 70'li 80'li ve 90'lı yıllara dayanmakla birlikte 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bir çok Büyükşehir Belediyelerinin Refah Partili başkanlar tarafından kazanılmasıyla koparılan asılsız yaygaralarla başlatılan ve 28 Şubat post modern darbesiyle devam eden bir süreçtir.
28 Şubat 1997 tarihinde 9 saat süren MGK toplantısının ardından hükümete rağmen 18 Maddelik Güvenlik Kurulu bildirisinin yayınlanması ile başlatılan sürecin gerekçesi irtica tehdidi veya laikliğin elden gitmesi kaygısı mıydı? Sivil siyaset, sözde sivil toplum, TÜSİAD, bürokratik çevre, kartel medyası, üniversite ve yargı gibi unsurların askeri kurumları tetiklemesi veya askerlerin bu kurumları tehdit etmesi miydi? Devlet malını hortumlamaya alışan haramzadelerin hortumlarının kesilmesiyle birlikte, hortumu kesenlere karşı koydukları bir tavır mıydı? İslam Ülkeleri Ortak Pazarı mesabesinde olan D-8'lerin kurulmasıyla birlikte küresel güçlerin baskısı mıydı? Bunlarında ötesinde 54. Erbakan Hükümetinin başarısızlığı mıydı ya da süreç içinde başarılı olursa korkusu muydu? Düşünceleri bir süre akıllarda takılı soru işareti olarak kalsa da 54. ERBAKAN Hükümetinin başarısız olduğu için değil, aksine demokrasi ve hukuk dışı yollarla doğrudan müdahale ve baskı yoluyla başarılı olduğu için görevden uzaklaştırıldığı zaman içinde açık bir şekilde anlaşılmıştır.
Refah-Yol dönemi de (28.06.1996. 30.06.1997); TÜSİAD gibi bazı yapıların rahatsızlık duymasına rağmen izan ve insaf sahibi kimseler tarafından işçinin, çiftçinin memurun, emeklinin, esnaf ve tüccarın hatta işsizlerin ve yoksulların en rahat nefes aldığı bir dönem olarak hala övgüyle anılmaktadır.
Refah-Yol döneminde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir denk bütçe uygulamasına geçilmiştir. Kurulan havuz sistemiyle IMF'den borç para alınmadan, iç borçlanma yoluna gidilmeden devlet çarkı döndürülebilmiştir. Faizler inmeye, enflasyon düşmeye başlamıştır. İlk defa rantiyeye akan devletin para muslukları halkın, dar ve sabit gelirlinin cebine akmaya başlamıştır. Bu sayede memura % 112, işçiye % 102 zam , çiftçiye, bağ kurluya % 300 den fazla iyileştirme yapılmıştır. Esnaf kredisi 57 trilyondan 80 trilyona çıkarılmıştır. Gelişmekte olan İslam ülkelerinden oluşan D-8'ler kurulmuştur.
Bugüne kadar Refah-Yol hükümetinden ne önce, ne de sonra kamu çalışanları ve emekçileri o dönemde yapılan iyileştirmenin üzerine bir iyileştirmeyi henüz yakalayabilmiş değildir.
Bu gerçeği gazeteci Necati Doğru; "Erbakan İyimserlik Motoru” başlıklı yazısında şöyle ifade etmiştir: "Refah-Yol 7 ay önce kuruldu. 7 ay önce faizler % 120 idi, şimdi % 90'a indi. Yüzde 30'luk bir iniş var. Kredi faizleri düşüyor. Neden çiller döneminde olmadı? Neden Yılmaz döneminde olmadı? Neden Erbakan döneminde oldu?' rantiyecilerin Refah-Yol'dan rahatsızlıklarının ve Erbakan'dan nefret etmelerinin sebebi "irtica ve laiklik karşıtlığı' değil, ranttı, menfaatlerinin zedelenmesiydi. Erbakan, "Havuz Sistemi'nden vazgeçip rantiyecileri memnun etseydi 28 Şubat Süreci belki de yaşanmayabilirdi".ifadelerine yer verilmiştir. Bir iş adamı da: "Biz Refah Partisinin kadrolaşmasından değil, başarılı olmasından korkuyoruz" ifadesini kullanmıştır.
Bütün bu olumlu havaya rağmen İsrail Cumhurbaşkanı ise Weizman de İsrail’in sesi radyosuna yaptığı açıklamada: “Süleyman Demirel’i çok iyi tanıyorum ve Ordu’nun da kenarda bekleyeceğini sanmıyorum. Şu anda korku üzerine değerlendirme yapmanın bir anlamı yok” sözlerinden sonra gereği yapılmıştır."Türkiye İran oluyor"."Şeriat gelecek, kadınları zorla kapatacaklar". "Hepimizi katır-kutur kesecekler". "İrtica PKK'dan tehlikelidir." "Tehdidin adı irticadır." gibi kartel medyası tarafından yapılan kara propagandalarla sokaklar hareketlendirilmiştir.
Devleti hortumlama karşılığında TÜSİAD ile birlikte beşli çete adı verilen (TOBB, KESK, DİSK, TİSK ve Türk-İş), gibi sivil toplum örgütleri figüran olarak kullanılmıştır. Aczi mendiller, Ali kalkancılar, Fadime Şahin'ler piyasaya sürülerek, geçmişe ait kasetler yayına sokularak yaptıkları icraatların meşruluğu ispatlanmaya çalışılmıştır.
Geçmişte darbecilerin çanağına su taşıyıp, bu gün vicdanının sesini dinleyen bilim, fikir, siyaset ve iş adamları o günlerde yapılanların yanlışlık ve haksızlık olduğunu pişmanlık içerisinde itiraf etme erdemini gösterebilmişlerdir.
Şunu ifade etmek isterim ki, Refah Yol hükümetinin yıkılmasının gerçek sebebi ülkenin kötü yönetilmesi, ekonominin bozulması, terörün tırmanması değildir? İrticanın hortlaması ve laikliğin elden gitmesi de değildir? Kısaca 54.Erbakan Hükümetinin yıkılmasının gerçek sebebi; devletten düşük faizle borç alıp, devletten aldıkları parayı geri devlete yüksek faizle satmayı alışkanlık haline getiren kendi çıkarını milletin ve devletin çıkarının önüne alan bir kısım kartel medyasının hortumcu ve rantiyeci kesimin para musluklarının kesilmesidir.
Bilakis Süleyman Demirel'in önayak olmasıyla Milletvekili pazarları kurulmasının bazı DYP milletvekillerinin para karşılığında, bazıları da makam karşılığında satın alınarak Demokratik Türkiye Partisi /DTP) adında 28 Şubat partisinin kurdurulmasının Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kurulan 55.ANASOL-D Hükümetinin ortağı yapılmasının ana gerekçesi de budur.
Refah-Yol yıkılıp Amacı vurgun soygun olan 55. Mesut Yılmaz rantiye hükümetinin kurulmasıyla birlikte denk bütçe dengesini kaybetmiş, dengeler dar ve sabit gelirli aleyhine TÜSİAD gibi rantiyecilerin lehine değişmeye başlamıştır. İlk icraat olarak, 12 Temmuz 1997'de çıkarılan bir kararname ile "Havuz Sistemi kaldırılmıştır. Kimi yüksek rütbeli paşalar, batırılan ya da hortumlanan bankaların, holdinglerin yönetim kurullarında yüklü maaşlarla istihdam edilmiştir. Devlet ihalelerinin şartları yıkıcı ırgatlara göre belirlenmiş, kredi muslukları onların cebine akıtılmıştır. Borçlanma faizleri yüzde 70-80'lerden yüzde 130'lara çıkarılmak suretiyle kendilerine hükümeti hediye eden asker ve rant çevrelerine olan borçlar ödemiştir.
28 Şubat hükümetinin icraatları sadece devletin imkanlarını para musluklarını rantiyenin cebine akıtmakla sınırlı kalmamıştır. Devrin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş tarafından ülkeyi iç savaşa sürüklediği' iddiasıyla 6 Milyondan fazla oy ve %21.38 oranla birinci olan Refah Partisi hakkında sudan bahanelerle kapatma davası açılmış ve kapatılmıştır.
Ordu içinde hiyerarşik bir yapının dışında Genel kurmay 2. Başkanı Çevik Bir'in başını çektiği Batı Çalışma Grubu BÇG adı altında kurulan illegal bir yapı ile Hükümetin görevden uzaklaştırılması için 10 Haziran’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılarak kendilerine verilen irtica konusunda brifingler sonucu yargıya müdahale edilmiş,toplum mühendisliğinin yolu açılmıştır.
28 Şubat Post modern darbesi yüzünden binlerce bürokrat ve asker trajikomik sebeplerle işlerinden atılmış, on binlerce kız öğrenci başörtü sebebiyle eğitim-öğretim haklarından mahrum bırakılarak, cehalete kurban edildiği gibi üniversite kapılarında, tören alanlarında, saçlarından sürüklenerek, ikna odalarında hakaret edilerek aşağılanmıştır. Binlerce kamu görevlisi bir gecede çalıştıkları kurumlardan başka yerlere sürülmüş, binlercesi fişlenmiştir. başörtülü kadın çalışanlar hiç bir sorgulanmaya tabi tutulmadan işlerinden atılmış, çalışma ve sosyal güvence haklarından mahrum bırakılmıştır. 8 yıllık kesintisiz eğitim bahanesiyle imam-hatip liselerinin orta kısımları kapatılmış, imam-hatiplerle birlikte meslek liselerine uygulanan katsayı adaletsizliği sebebiyle üniversiteye girişlerine engel olunmuştur. 28 Şubat sürecinde darbeciler ve yandaşları inanan insanların üzerine adeta karabasan gibi çökmüştür.
Bütün bunlara rağmen; hırsını alamayan siyasi aktörler "bunların okullarını, kurslarını kapatmak yetmez, köklerini kurutmak lazımdır.", 8 yıllık eğitim bahanesiyle imam-hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılmasına karşı duranlara karşı engel tanımayan "hayatıma da mal olsa 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası ya çıkacak,ya çıkacak" ifadelerini sarf etmekten kaçınmamışlardır. Askerler ise, 28 Şubatın 1000 yıllık süreceği kehanetinde bulunmuşlardır. Gelinen noktada "Bunların okullarını, kurslarını kapatmak yetmez, köklerini kurutmak lazımdır." diyenlerin kökleri kurumuştur. "Hayatıma da mal olsa 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası ya çıkacak ya çıkacak" diyenlerin siyasi hayatı son bulmuştur. 28 Şubata 1000 yıllık ömür biçenlerin ömrü 10 yıl bile sürmemiştir. Kapattıkları okullar yeniden açılmış, Kuran öğretimine yaş sınırlaması kaldırılmıştır. Katsayı adaletsizliği giderilmiş ve başörtüsü yasak olmaktan çıkarılmıştır.
Kendilerini dokunulmaz ve yargılanamaz sanan 28 Şubat askeri aktörleri 2012 yılında TBMM,de kurulan askeri darbeleri araştırma komisyonunca alınan kararın ardından 28 Şubatta etkin rol oynayanların yargılanmasına başlanmıştır. Şimdi Aralarında İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Çetin Doğan Erol Özkasnak gibi 60 darbeci sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet, 39 sanık hakkında berat ve 4 sanığın ise ölümü nedeniyle davalarının düşürülmesi yönünde savcı mütalaasının açıklamasının ardından nihai kararın 2 Mart 2018 günü yeniden Ankara adliyesinde 5. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edecek duruşmalar sonrasında verilecektir.
Ancak 28 Şubat sadece askerlerin değil, askerle birlikte sivil ve siyasi aktörlerinde aktif rol aldığı bir koalisyon darbesidir. Şua anda geçte olsa darbeci askerlerin yargılanması önemli bir gelişmedir. Ancak darbenin sivil ve siyasi ayağının yargılanmasının ve haklarında soruşturma açılmasının akıldan bile geçirilmemesi hukukun adil işletilmesi açısından son derece bir eksikliktir. Tıpkı 15 Temmuz darbe kalkışması davasında olduğu gibi 28 Şubat davsına çanak tutanlarında yargılanma yoluna gidilmesi hukukun gereğidir.
Darbeci sanıkların kendilerini savunurken ifadelerinde dillerine doladıkları;"28 Şubat bir darbe değildir. Eğer darbe olsaydı merhum Erbakan istifa gerekçesinde bundan şikayetçi olurdu. Hatta Erbakan hayatta olsaydı bizim yargılanmamızı istemezdi" ifadeleri bütün darbecilerin kendilerini savunurken ne kadar küçüldüklerini gösteren ibretlik sözler olarak tutanaklardaki yerini almıştır.
28 Şubat; her eve ateş, her göze yaş düşürmüştür. 28 Şubat Milletin servetleri ile birlikte milli ve manevi değerlerine bağlı gençlerimizin umutlarını çalmış, hayallerini yıkmıştır. Eğitim, sosyal, siyasal ve hukuksal alanda yapılan tahribatlar ile onarılması güç derin ve yıkıcı yaralar açmıştır. Bu yaralar ancak bu yaraları açanların adalet karşısında hesap vermeleri ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları ile sarılabilir.
Elbette olup bitenler bunlarla sınırlı değildir. 28Şubat sürecinde olup bitenler milletimizin gözü önünde cereyan etmiş, yaşayanlar yaşananlara şahit olmuştur. Aradan geçen yıllardan sonra 28 Şubat'ın gerçek kahramanının savunan Adam 54.Hükümetin Başbakanı Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan olduğu da anlaşılmıştır. Yaptığı icraatların attığı adımların doğruluğu tescillenmiştir. Bu darbeyi gerçekleştirenlerden, bu darbeye çanak tutanlardan ve hakkında suizanda bulunanlardan bu gün Erbakan haklıymış diyenlerden beklenen Erbakan'ın mezarının başına gidip af dilemeleridir.Ruhun şad mekanın cennet olsun, Savunan adam...
MUSTAFA BAŞKANI KIR
MEMUR-SEN ANKARA İL BAŞKANI