Duvarlarımıza asılı duran takvimler 14 Şubat’ı gösteriyor şimdi. Adem’in Havva’ya şefkatinin, Havva’nın Adem’e muhabbetine dönüşme hikayesidir tarih boyu anlatılanların hepsi. Ya sevmiştir insanoğlu ya sevilmiş ya da ikisini birden tatmıştır serin pınarlardan su içer gibi kana kana; ama ‘hiçbiri’ seçeneği olmamıştır hiçbir zaman yüreğinin seçimi.
’Sevgili, nasıl kırdı kutlu dişin taş senin’ diyen şairin de,’Ey Ebva’da yatan ölü/Bahçende açtı dünyanın en güzel gülü’ diye seslenen ozanın da özlerken içine düşen kor alevleri söndürme telaşı değil midir sevgili?
‘Âlemin nakkaşı Lâle’nin nakşı/Adımla içimin sokaklarını/Güle kıvrımlanan dudaklarımla/Adına ‘mim’lenen dualardayım’ diyenlerin de gönül tınısının suskunluğuna karşılık değil midir sancılı bir imbikten damıttığı dizeleri? Kutlu bir çağda, nazlı ve nazenin bir sevgilinin naz ederek nahif çenesini, güven duyduğu sağlam kaleler gibi bir omuza yaslayıp, dünyaya ait şeyleri temaşa etmesidir kim bilir sevgi?
Vefadır sevgi, vefalı olmaktır.’Seni kördüğüm gibi seviyorum’ dedikten sonra aradan yıllar geçse de ‘Kördüğüm ne alemde?’ merak yüklü sorusuna ‘İlk günkü gibi’ diyebilmektir sevgi. Sevdiğinin sevdiğini, yalnız sevdiği seviyor diye sevmektir sevgi.
’Bir göz için çok gözler sevilir’ anlayışına nazire yaparcasına sevdiğinin hatırına, onun hatıralarına hatırlı olmaktır sevgi. Aşkın ‘hayret burcunda’ olduğu demlerde, ‘mahmur bir erguvan’ hayranlığı ile geceleyin ‘saçlarında yar kokusu’ biriktirip ’bir çift nisan’ yağmurunu hüzünle bohçalanmış dualar eşliğinde düşürmektir sevdiğinin kabrinin üstüne ya da gecenin sessizliğine, sevda mektubu niyetine.
Sevgiliyi yağmurla betimleyip ‘Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım’ diye özlemini çekmektir sevgilinin. Bedeninin toprak olmasını temenni edip, hamuru ve çamuru kendi gövdesinden olan testiden, yârine su vermenin hayali içinde, ona kavuşma arzusu ile yanıp tutuşmaktır sevgi.
Sevdiğine olan özlemini ve elemini bir gözyaşı şişesinde biriktirip sevgiliye sunma gayretidir aşılmaz duvarlarla ihata edilen hisarlarda sevgi. ’Bir taş incitti ayağını diye senin/Aldırmam bin diken batsa ayaklarıma’ diyen şairlerin gönlünde harmanlanan aşk tomurcuklu başakların anayurdudur belki.
‘Kırk güzeller çeşmesi’ başında duran yâre,’ Göz seni görmeli ağız seni söylemeli/Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli’ terennümü ile titreme nöbeti geçirmesidir dudaklarının, sevgi. ’Ellerine sarın kalbimin içini/ O ayla boyanmış nar ellerine’ diyerek kalbini uzatmaktır çağlar ötesi ve öncesi sevgilinin ellerine.
Emaneti, emanetin sahibi alıncaya kadar emin ellerde tutmaktır sevgi, yüz binlerin tanık olduğu ‘Veda’ şarkılarında. Vefadır, sevgili emanetini taşıyor gibi taşımak kalbini avucunda. Sevgi ile vefanın vuslatıdır oysa sevgili. ’Sevmek mi zor sevilmek mi?’ sorusuna sonu gelmez kervanlar gibi susarak karşılık vermektir sevgi. Ya da ‘sevmek hiçbir şey sormamaktır’ diyebilmektir belki.
Sevgi’yi varlığının kanıtı yapan Sevgili’ye,’En Sevgili’ hitabıyla seslenebilmektir mısralarda. Sevgili’nin ‘kalbindeki merhamet adlı çınardan’ umut kesmeden, ‘Uzatma dünya sürgünümü benim’ diyebilmektir sevgi. Sevincin yangınına, acının külüne, toprağın kuraklığına birlikte ayarlamaktır kalbinin ritmini.
‘Limanlar nasıl beklerse gemilerini’, sevdiklerini öyle bekleyen sevdalıların anayurdudur Anadolu. Sevdiğini, ‘yaslandın mı çınar, sardın mı umut’ diye dizelerine düşürenlerin yoludur, gönül erlerinin yolu. Umutla bekleyebilmektir dallarının açmamış son tomurcuğunu.
Ne takvimlere sığar sevgi, ne yapay çiçeklere ne de mevsimlerin soğuk bir gününe, göğünde göçmen kuşların bile güvenle uçtuğu bu coğrafyada. Elleri, sevdiğinin ellerini bulunca, günahların parmaklarının arasından çağlayan ırmaklar gibi akıp gittiği gündür ‘Sevgililer Günü’ bu topraklarda.
Sen çok yaşa e mi Aziz Valentina!
Hüseyin ÇOLAK
Not: Bu yazı, daha önce kişisel sosyal medya hesabında yayınlanan yazının eklentilerle tashih edilmiş son halidir.