Sözler, Sorular ve Ahvalimiz


Sema Tanrıverdioğlu Ersöz

Sema Tanrıverdioğlu Ersöz

03 Nisan 2016, 21:57

Dünya, seyrangâh oldu nice zamandır. Acıyı izliyor, kaç yüz yıldır insanlar. Açlığın küçük vücutlarda duruşunu, korkunun şehre inişini, karıncalar ordusu gibi insanların fevcfevc, bölük bölük göçüşünü... Ateşten kaçanların suda boğuluşunu… Kimsenin üstlenmediği bu ağır suçun herkesin üzerine ince ince sızışını…

Bütün bunlar çok bilindik eski bir hikâye aslında. Dünya toprağı alışkındır bu resme. Zaman döngüsünde tekrar edip durur kimi yazgılar. Bir kısır döngü, bir dejavu! Lakin duyulan ya da okunanın tesiri, görünen, şahit olunan kadar vurucu, yıkıcı oluyor mu? Bu çağda biz görüyoruz artık. Geçmişin Sarıkamış’ını da görüyoruz, Karabağ’ını da; bugünün Bağdat’ını da, Şam’ını da.

Yalnızca şiirini mi yazmalıydık göçüp giden kuşların? Harflerle bezediğimiz sayfalara mı dökmeliydik olup bitenleri? Yüreğin yangını kalemle kâğıtla sönebilir miydi? Konuşmanın çok daha ötesinde bir çare bulmamız gerekmiyor muydu? Birlik olup yapabileceklerimiz, kelimenin, harfin çok daha yücesinde olmaz mıydı?

Yoksa yeterince sahiplenmedik mi biz bu ızdırabı? Bu dertle dertlenmedik mi? Aynı zehirle yaralanmadık mı? Ateşin düştüğü yerde değil miyiz? Öyle ya insanoğlunun en büyük meziyetidir avunmak, hep avutur kendini ve hep aldanır. Hem ne fena aldanır. Zaman geçmeyecek sanır ama geçer. Ölüm gelmeyecek sanır da gelir. Acılar hep uzaklarda, hep başkaları içindir. İnsan avunur, yanılır ve yenilir.

Yoksa yarasızlık mı bizim derdimiz? Sebebimizi mi unuttuk? Topyekûn zihin durması mı yaşıyoruz, bir çeşit bellek kaybı? Tarih mefkûresi büsbütün silindi mi hafızamızdan? Yahya Kemal’in “ En hazin yaradır köksüzlük!” dediği illete mi duçar oldu çoğumuz? Oysa bu coğrafya bizim kaderimiz. Kendimizi bu saftan nasıl ayırır nasıl ayrı düşleriz?

Sağa sola yalpalamakla değil, istikametle aşılır yollar. Duruş sahibi olmaksa, istikrarla mümkün… Yeryüzü, üzerine damlayan binlerce masum kanını kaldırabilir mi, sonsuza dek? Hiçbir şeyi ihmal etmeyen yalnızca imhal eyleyen iradenin takdirinde hükmü nedir bu seyrin? Mutlak bir vakte tehir eylenen ilahi yazgıların gönüllerimizdeki aksi nedir?

Biz hep kaleme mi kaçıyoruz? Harflerin ardı sıra gidemedikten sonra satırlar nasıl cana gelsin?Aynı haberi eş anlamlı kelimelerle, devrik cümlelerle birbirimize yetiştirmek mi asıl derdimiz? Oysa kallavi cümlelerden ötedir bir adanmışın duruşu. Birlik olamadığımız acılar üzerine ne konuşulsa boş çünkü acı, kelimenin kaldıramayacağı bir yekûndur. Gözlerde yerleşince; melâli, bir şehre sükût olup serilince; lisan, hal ile duaya dökülünce ve artık her sima aynı duruşa bürününce anlamı vardır. Söze gerek duymaz.

“Yarelerim hoş görünür gözüme/ Bir derdim var bin dermana değişmem” diyen Şah İsmail Hatayî gibi derdinde dermanı bulmuş, yareleriyle mesut olmuş nice yüreklerimiz vardır, ıstıraba bürünebilmenin mümkün olduğunu hatırlatırlar. Bezgin, yorgun, yorumlarımızı; şikâyet ve dileklerimizi hakikaten sevebildik mi? Uzaklarda yanan ateşi tam da gönül yurdumuzun orta yerine taşıyabildik mi?

Sözleri kaybetseydikmesela, kalemi, kelamı unutsaydık; nasıl paylaşırdık acıları, bir de bunu düşünmek lazım. Vesselam.
 
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Irfan - 9 yıl önce
Bu kadar ağdalı cümleleri bir araya getirip yazmak bir yana anlamak bile zor. Kalemiminize sağlık.