Söz sadece dilden çıkan bir harf topluluğu değildir. Söylemek için söylenmez. Oysaki söz söylemek ilim ister irfan ister, edep ister, doğruluk ister, yerini bulmak, kalıcı olmak ister...
İnsanlar kim olursa olsun ne vasıfla, ne vasıfta olursa olsun söyleneni anlamak, anladığını duymak, duyduğunu hissetmek, hissettiğini de davranışlarında görerek yaşamak, inanmak ister.
Aksi taktirde "sözüme inanmalısın, güvenmelisin" yada "bana inanıyorlar" savunması, düşüncesi ne kadar gerçek gelebilir ki? İnsanların sadece söze İnanmayışlarını düşünmeleri bile onları sakin yada öfkeli, sevgi dolu yada kırgın, mutlu yada mutsuz, inançlı yada inançsız, güvenilir yada güvenilmez yapmaz mı?
Bunu yapıp yapmamak da şahsın kendi elindedir.
Dilin söylediğini bütünüyle kendinizde tamamlayın,zira zıtlık yaşayıp yaşattırdıkça, söylenen her söz kısır döngüye dönüşür ve sonucunda güvenilmez bir toplum, güvenilmez bir yönetim ,güvenilmez yöneticiler, bireyler, sonunu kestiremediğimiz meçhul bir gelecek vs vs...
Bu güvenilmezlik çemberiyle kuşatılan
herşeye güvensizlik duyan acabalarla yaklaşan insanlar topluluğu ve bu içgüdülerde olan bireyler kendilerine, çevresindekilere,
topluma ne kadar katkı sunabilir ki?
Bir düşünün; hayatın her döneminde her evresinde; gerek kişisel gerekse toplumsal bir çok sözler söylenmiş, verilmiştir. Bunların kaçı yapılmış, yapılmamış; askıda bırakılmıştır.
Sadece kalıcı olan sözü söyleyene ve söylediğinin arkasında durup bunu gerçekleştirenlerde, tamamlayanda kalırız değil mi? Söz bir bütündür. Çıplak kalmak istemez. Söyleyenle özleşmek, bütünleşmek ister; dilde, sözde kalmak istemez.
O zaman söz uçar, yazı kalır sözünü de çürütmek zor olmasa gerek.