Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriyelileri vatandaşlığa alacağız dedi, kıyamet koptu.
Şimdi herkesin gündemi Suriyelilerin vatandaşlığa alınıp alınmaması oldu.
Ülkemizde ciddi sayıda bir kesim Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasını istemiyor.
Hatta bunun için sosyal medyada değişik kampanyalar bile başlatmışlar.
Bu kampanyalarında da memleketinden koparılıp buraya gelmek zorunda bırakılan Suriyelilere galiz hakaretlerde bulunuyorlar.
Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasına bir kısım insanların karşı çıkması gayet normal.
Çünkü bu gezici, paralel, terör sevici tayfanın herhangi bir fikre karşı çıkması için o düşüncenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olması fazlasıyla yeterlidir.
Bizi asıl şaşırtan, milliyetçi çevrelerle bazı muhafazakâr geçinen çevrelerin - ya da muhafazakârlıktan geçinen - bu muhalefete katılması, onlarla aynı düşünceyi paylaşmasıdır.
Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasına karşı çıkma nedenlerine bakınca da gerçeklerden uzak, hamasi birtakım sözlerden öteye gidemedikleri anlaşılıyor.
Çünkü tarih bilgilerinin ve bilinçlerinin çok zayıf olduğu görülüyor.
Onlar Türkiye’nin niçin vatan olduğunun farkında bile değiller.
Suriyeliler ülkelerinden kaçmamalılarmış, orada kalıp savaşarak şehit olmalılarmış, zaten şehit olunca cennete gideceklermiş ve benzeri bir yığın sözlerle sürece karşı çıkıyorlar.
Onlara bu aklı verenlere şanlı tarihimizi bir kez daha hatırlatalım.
Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasına karşı çıkanlar bilmiyorlar ki şu anki sınırlarımız çizileli yüz sene bile olmadı.
Biz Suriye’yi bundan yüz sene önce Adana’ya, Yozgat’a, Edirne’ye, Antep’e atar gibi tayin ettiğimiz valilerle yönetiyorduk.
Ne oldu da elin gâvurunun kalemle en zayıf anımızda çizdiği sınırlar bu kadar keskin hale geldi?
Orası daha iki üç nesil önce bizim topraklarımız, oradakiler de bizim vatandaşımızdı.
Bakınız şu ifade Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabından alıntıdır:
-“Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk.”
İşte şimdi Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakınca yaşayamayız diyenlerin torunları ne yazık ki Suriyelilere el gözüyle bakıyor.
Refik Halit Karay, Gurbet Hikâyeleri kitabında Şam ve Bağdat’tan bahsederken:
- Gün gelip de çölleri böyle uçaklarla kolayca aşacağımızı düşündükçe kaybettiğimiz o yerlere büsbütün yanarım.” der.
Sen istesen de istemesen de Doğunun da Batının da gözünde Osmanlısın, İslamsın.
Tarihinden ve kaderinden kaçamadın, kaçamayacaksın.
Suriye’de, bir zalimin elinde kendisinin ve evlatlarının ölümünü beklemektense peygamberimizin sünneti olan hicrete başvuranlara elbette kucak açacağız.
Peygamberimiz de bir muhacirdi.
Allah bugün bizi muhacir olmakla değil Ensar olmakla sınıyor. Bırakın Muhacirlikle sınanmayı Ensarlıkla sınanmayı bile veremeyecek miyiz?
Yarın Allah korusun benzer bir zulümle biz karşılaşsak inanın memleketi ilk terk edecek kişiler bugün Suriyelilerin vatandaşlığa alınmalarına karşı çıkanlar olacaktır.
Çünkü onlar Türkiye’yi bir vatan olarak değil bir toprak parçası olarak görüyorlar.
Onlara göre Türkiye yedi yüz seksen bin kilometre karelik bir toprak parçasıdır.
Onlar sanıyorlar ki biz bu Suriyelileri alırsak metre kareye düşen insan sayısı artacak.
Gayri safi milli hasıla düşecek.
Hayır!
Türkiye’yi metrelerle, kilometrelerle ölçecek adamın burada işi yok. Türkiye’nin sınırları ve yüreği mazlumları, kimsesizleri barındıracak kadar geniştir.
Eğer sırtını terör örgütüne dayayan vatan hainlerini vatandaşlıktan atmak yerine mecliste bile barındırıyorsak Suriyelilere de kucak açmalıyız.
Eğer yabancı ülkelerin istihbarat örgütleriyle birleşip kendi ülkesine kumpas kuran paralel unsurlar vatandaşlıktan atılmıyorsa Suriyelileri de vatandaşlığa almalıyız.
Eğer Gezi eylemlerinde memleketimizi ateş topuna çeviren Vandalların vatandaşlık hakları aynen devam ediyorsa Suriyelileri de bağrımıza basmalıyız.
Buradan Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasına karşı çıkanlara sadece şunu söylüyoruz:
-Hadi ordan!
Ensar olmanın önemini hatırlatan çok yerinde ve özlü bir analiz.