Zor günlerden geçiyoruz. Gündemimiz yoğun, içte ve dışta baş etmek zorunda olduğumuz pek çok hassas, bir o kadar da mayınlı mesele duruyor önümüzde. Hızla değişiyor önceliklerimiz, ilgi alanlarımız, çözümünü acil ve isabetli bir biçimde bulmak durumunda olduğumuz problemli konu yığınlarımız.
İç içe geçen pek çok sarmal sorun, ya metastaz yapıp yayılıyor toplumun bedenine ya da köklü bir değişime uğrayıp duruş bozukluğu suretinde tezahür ediyor bünyemizde. Bu hızlı sorunsal departmanlar arası geçişken durum, gün boyu aile içi şiddetle başlayıp, trafik terörüne oradan da uluslararası bir savaş senaryosuna dönüşebiliyor kolayca.
Rüzgârın önünde tutunamayan alevler gibi yayılıyor şiddet, yangın önlenemez bir hızla kuşatıyor etrafımızı. Savaş naraları ile başlayıp ölüm tamtamları ile nihayetleniyor haber bültenleri. İçimizi dışa çevirme olanağımız olsa nice cerahatler dökülüverecek ansızın ayakuçlarımıza.
Omuz başlarını mesken tutan ‘yazıcı melekler’ in, hükmü yok elektronik denetleme sistemi aygıtlarının yanında. Vergi ve yargı sarmalı, mahşer ve mizan terazilerinin ehemmiyetini sıradanlaştırmakla kalmayıp sessizce öteliyor geçici belleğimizde.
İçimize dönmenin zamanı gelmedi mi? Tarifi tanımsız yangınlarda yanmanın mevsimi gelmeden, acısı tarifsiz yanılgılara hayıflanmanın, ateşe aşkla tutkulu ormanlar gibi yanmadan önce. Hangi yana düşer; içi derviş, dili derviş, dışı derviş, işi derviş olmanın vakti saati? Egosunu gelen geçen çiğnesin diye kapı eşiğine düşürüp gönül ateşinde abayı yakmanın vaktine hepi topu kaç nefes kaldı ki?
“İnananların, Allah’ı anmaktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi?” (57/16) diye seslenen çağrının gönül borsamızdaki efektif alış değerinin, memur maaş zammının kümülatif bazda artışına oranı ya da doların yükselen trendine kıyasla ortaya çıkan haz farkına bölünmesi ile elde edilen kâr oranı, nabzımıza ne denli hız kazandırmada?
Karun olmak var kalplerimizde, ‘kanun’ olmak var hayallerimizde. Göğe uzanan kibir kuleleri inşa etmenin derdine düşüp, Hâman olmak var gönüllerimizde. Belki Musa’ya talip olamadık, lâkin Harun olmayı denemedik bile. Ah! Bir sayabilseydik, kaç Firavun dolanıyor içimizin caddelerinde?
Okul önlerinde her sabah, ‘rahat’ komutundan sonra ‘hazır ol’ demek yerine ‘insan ol’ diyebilselerdi keşke yüzlerce nesle! ‘İnsan’ olan, ‘hazır’ olurdu da ‘hazır’ olan, her zaman ‘insan’ olmazdı belki de. Olamadı da. Zira rahatlık sonrası hazırlıklı olmak hiç de kolay değildir insan seline.
Halden hale geçiyor hallerimiz vizesiz. Sinir uçlarımız belirliyor ses duvarımızın sınırlarını. Hançerimiz öfkeden, şakaklarımız kahkahadan yırtılıyor bir uçtan bir uca. Sadrımızda biriken kin, eritiyor bir ömür boyu istiflenen bütün sabrımızı. Yaralamaktan, yaralanmaya fırsatı olmuyor, Tanrıları hızla çoğalan çağdaş insanın. Şairlerin gördüğünü görmekten ne kadar da uzak kalıyor gözleri, yürüyen heykellerin;
“nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm”
Yaşarken kalp para hükmündedir insan. Yarsan da yarasını sarsan da görülmez bir ölünün tebessümü. Susmak, yalnızlığa talip olmak olsa da; yalnızlık, yansızlık demek değildi oysa. Yalnızlık, yanının yanından uzak, hüznün yanağından eksik olmaması demekti. Bir yana dönünce insan, öbür yanının gurbet olması gerekti.
Ölümü, öldürmeyi denememeliydi insan; ölümü, ölürcesine yaşatmayı bilmeliydi. Ölümün olmadığı yerde zulüm olduğunu hiçbir zaman unutmadan.Tıpkı iffetin olmadığı yerde şehvetin aşk ülkesini kuşattığı gibi. Aşk, ateşi avucuyla değil gönlü ile tutmak değil miydi?
Kalbi yara, bahtı kara nice adamların çöle, çile diye topuğuyla yazdığı destanları okumadan yolcu olmaya talip olmak ucuz bir cüret değil midir? Her gün kentin ırmaklarına litrelerce günahkâr ter karışırken, ‘elest’ protokolüne sadık kalmak yaşadıklarının asgari ücreti değil midir?
Can kilidi ten kapısında asılı durdukça, paslanmaz elbet kayıt kalemi insanın. Bir gün gelir; nem tutar duvar, inceden bir kan sızar, dürülür damar, dil susar, toprak yanar, ırmak kanar. Solar arzın yüzü; zaman donar, kaynar kabir, yeni bir şarkıya hazırlanır kâinat, sığındığın umuda uymaz hiçbir anahtar.
Ansız kopan çığlığın ardından, kim bilir belki donanır en taze çiçeklerini dağlar, bürünür gökyüzü merhamet bulutuna, hasret biter, buram buram dirilir bahar.
Suyla arın, kıyama dur, kalbine dokun; küçült gölgeni, biçimle bedenini. Rahata vakit yok, her an hazır ol Ey İnsan!
Dünya yanıyor takan mı var
Suriye harap olmuş
Irak da bayram mı var