Fotoğraf çektirmek isteyenleri kırmadık. Yokuşu tırmanmaya başladık. Bu yokuş bana zorunlu göreve gittiğim Hakkari’nin dik yokuşunu andırıyordu. İlerledik. İlerde bir pazar yeri kuruluydu. Pazar yerinin içinden geçtik. Yine etrafımızdan selamlar ve “ehleyn ehleyn etrak...” anlamına Türkler hoşgeldiniz diyorlardı. Gördüklerimizle konuşuyor ve selamlaşıyorduk.
Halid tez elden bizi evine götürdü. Evde yer minderleri ve köşe takımları vardı. Yani yerde oturuyorlardı. Duvarda çiviye asılmış silah vardı. Halid bize uzanmamız için bir yatak getirdi hemen. Orada dinlendim biraz. Çok gelmeden Halid’in akrabaları geldiler. Yine her birinin üzerinde geleneksel kıyafetler, sarıklar ve bellerinde hançeri andıran cemberi ve yine çeneleri gattan şişmiş, bazılarınınsa gattan hafif gözleri kızarmış durumdaydı. Biraz sohbet ettik. Bize Türkiye’yi sordular. Erdoğan’ı sordular. Yemen’le ilgili biraz konuştuk. Çok geçmedi sofra geldi. Sofranın geleneksel yemeklerle özenerek hazırlandığı farkediliyordu. Ortada bizim çemeni andıran biraz sulu bir yemek vardı. Konuştuğumuzda çemen olduğunu söylediler zaten.
Sofra gelmezden önce elinde birisi maşrapa ve kovayla geldi. Ben manzarayı çaktım hemen davrandım, refikimden önce J. Su dolu kovanın üzerinde elimi yıkadım. Suyu döken maşrapadaki su bitince kovadan tekrar alıyor, tekrar döküyordu. Arkadaşım çaresiz yıkadı ama sonra tekrar yıkamak için tuvalete gitti.
İnanın bana koca ülkede abarttığımı düşübebilirsiniz ama sabun görmedim. İlerleyen süreçte kaldığımız birkaç otelde de sabun istediğimizde çamaşır deterjanı getiriyorlardı.
Yemek faslına geçtik. Akabinde kalktık Hacce’deki Türklere ait kaleleri ve diğer müzeleri görelim diye. Ankara kalesini andıran bir yapıya doğru çıktık. İçerde müzeyi gezdik. Bize üniversitede öğretim görevlisi Halid’in akrabası rehberlik ediyordu. Hoca ilerde aşağıda yaklaşık 300 civarında evin olduğu bir Türk mahallesinden bahsetti. Hacce’yi gezdik.
Refikim yolumuz uzun diye San’a’ya gitmemiz gerektiğini hatırlattı. Halid ve akrabaları gece orda kalmamız için ısrar ettiler ama ısrarları yolumuz uzun diye geri çevirdik. Yola çıktık.
Yolda dimdik uzun dağlar ve tepelerinde gözetleme kuleleri vardı. Halid bu kulelerin Osmanlı yapısı olduğunu söyledi. Ara ara durup manzaraya baktık. Tabi ben dik kayalıklar üzerindeki Osmanlı kulelerini görünce içime bir hüzün çöktü. Hangi aşktı ki bizi buralara kadar getiren. Hangi aşktı ki türkülere bile konu olmuş ve buralara gelmiştik. Memleketten binlerce km uzağa.
Burada kalan ve uzun yıllar dönemeyen vatan evlatlarını düşünerek içime hüzün çöküyordu.
San’a’ya doğru yol alırken akşam üzeri bazı eski kasabalardan geçtik. Yol üzerinde neredeyse her şehrin girişinde çıkışında aralarda polis kontrol noktalarından geçtik. Her polis kontrol noktasında aynı muhabbetler... Polis bizi sorguya çekiyordu. Kimsiniz? nereye gidiyorsunuz? Burada ne işiniz var? Nereleri gezeceksiniz? Gibi. Bir ara Aden’e doğru gidebilmek için emniyettten izin almamız gerektiğini de söylediler ama biz oralı olmadık. Hal ve tavırlarından bizden tedirgin olduklarını anlıyorduk. Halimiz de şüphe çekmeyecek gibi değildi. Refikim bana kullandığı cep telefonundan kaybolmamız halinde yer işareti gönderecek bir uygulama yüklediğini söyledi. O atmosferde yaptığının son derece mantıklı olduğunu düşündüm.
Polis kontrol noktalarında işler rutine dönmeye başlamıştı. Bunun nedeni sanırım polislerin sanırım bizi merkezden kontrollü takip ettikleri ile ilgiliydi.
Polis kontrol noktaları ve karakollar da çok ilgimi çekmişti. San’a’ya doğru yaklaştığımızda yolda yine çevirme vardı. Arabadan indik. Yolun kenarında köylerimizde ağılı andıran bir yerde kapının eşiğinin hemen kenarında oturan adam pasaportları istedi oturmamız için bize yer göstererek. Meğer bu bir polis amiriymiş. Tabi giyim kuşam ve davranış olarak Türkiye’deki amirlere hiç benzemiyordu. Yollarda sırtlarında kalaşnikoflu 12-13 yaşlarındaki çocuklar dikkatimi çekiyordu.
Halid bunların normal olduğunu söylüyor ve rahat davranıyordu. San’a’ya ulaştığımızda yatsı vaktiydi. Bir otel arayışından sonra bir otele yerleştik. San’a’da ve diğer gezdiğimiz şehirlerin tamamına yakınında elektirik genellikle kesikti.
Ertesi gün kahvaltının ardından San’a’yı gezmek için çıktık. İlk durağımız eski San’a yani San’a kadim idi arapça adıyla. Burada ve Yemen’in tüm diğer şehirlerinde gözüme çarpan en önemli olgu mimari yapının hiç bozulmamış olmasıydı. Yemen oldukça bakir bir yerdi zaten. Hala 19.yy. hayatı yaşanıyor desem yeridir. Yemen mimarisi ve evlerinin meşhur olduğunu söyledi Halid. Eski San’a oldukça ilginç ve görülmeye değer bir yerdi. Aralarda Türklere ait birçok yapı görüyoruz. Şehri gezmeye devam ediyoruz.
Yavaş yavaş Cuma vakti yaklaştığından acele ediyoruz. Halid bizi Türk şehitliğine götürüyor. Orada ben kopuyorum artık. İçime ağır bir hüzün çöküyor. Ağlamaklı oluyorum. Sankil uzaklarda gurbette kalmış ve sonunda buluşmuş iki arkadaş gibi bakıyoruz birbirimize. Orada vefat eden şehitlerin ruhuna fatiha okuyorum. Tabi hüzünlü bir atmasfer oluyor benim için.
Arkadaşım Cuma vaktinin yaklaştığını ve namaza geçmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Halid bizi San’a’nın en büyük camiine götürüyor. Tüm San’a’ya göre fazlaca ihtişamlı ve lüks geldi bana cami. Cami girişinde çevrelenmiş kadın polis ve askerler dikkatimi çekiyoruz. Biraz muhabbet ediyoruz. İlerde cami avlusunda gençler etrafımı çevreliyorlar. Murat Alemdar diyorlar. Bazıları cep telefonlarından kurtlar vadisi müzikleri açıyor bana dinletmek için. Onlarla fotoğraf çekiniyoruz.
San’a’yı turlamaya devam ediyoruz. Halid ve bize müsteşar olarak tanıttığı abisiyle San’a dışında ilginç bir yere gidiyoruz. Bir yükseklikten San’a’yı ve yeşil bir vadi içinde katlı bir kayanın üzerinde bir sarayı geziyoruz. Etrafında Türk hamamı vb. Türklere ait yapılar mevcut. İki gün kalıyoruz San’a’da. 3. Gün oyalanmayıp akşam üzeri yola çıkıyoruz. Yolda ilginç yerler geçiyoruz. Sapr ve dik kayalıklar ve uçurumlar.
Adına türkü yakılan Huşt tepesi de onlardan biri. Ancak uyuya kaldığımdan ve yağıştan dolayı görmek nasip olmuyor ve üzülüyorum haliyle.
Gece İb kentine ulaşıyoruz. Her yer karanlık ve elektrikler kesik. Sokaklardan jeneratör sesleri yükseliyor. Otel arayışına geçiyoruz. Kendimizi bulduklarımız içinden en iyisini seçmeye zorluyoruz. İdare edeceğimizi anlıyoruz.
Duşlarımız aldıktan sonra internet kafe arıyoruz ve buluyoruz ama imkanlar çok kısıtlı.
04 Kasım 2016, 22:44
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Duygu yüklü bu yazınızı da soluksuz okudum. Kaleminize, yüreğinize sağlık. Yazmak, paylaşmak ne güzel... Diğer yazılarınızı da okumayı bekliyorum.