Hava kirliliğinin yerini ‘hayâ’ kirliliğinin aldığı günlerden beri kalplerimizi şerh etme görevini kaleme verselerdi, dokunduğu her noktadan kanlı cerahatler fışkırırdı. Kalem ki adının kutsallığına ve yazdıklarına yemin edilişinden beri hiç bu kadar mahcup duruşlu olmamıştı satırlarla buluştuğunda. Kalemler mürekkebe yabancı, hokkalar mürekkebe yaban, mürekkep kağıtlarda utangaç duruşlu.
Kalplerin, cam bardaklardan ve porselen tabaklardan daha çok ellerimizden kayıp düşerek kırıldığı mermer kaldırımların üstünde yürüyor insanlık. Oysa bir yetim, saç teli inceliğinde bile kırılsa, incitilse; göklerde öyle bir açı ile büyür genişler ki o kırılganlık, yer kabuğundaki kırılmaların ortaya çıkardığı titreşimler nedeniyle aniden kayaçların direncinin kırılıp depreme dönüştüğü gibi sarsar gök kubbeyi ve gökler ağlar rahmet gazaba dönüşerek düşer toprağın üstüne.
Ateşin toprağa, toprağın suya dönüştüğü kırık bir testi gibi sızıyorsa ve sızlıyorsa yetimin gözyaşları, toplu felaketlerin habercisi gibi tusunamiler baş kaldırıyor demektir okyanusların derinlerinde. Bir çift tebessüm yansıması sözcüğe, anne şefkati dokunuşu sevgiye muhtaç çatlayan dudakları insanlığın.
İşte tam da böyle zamanlarda sevginin üç çeşidinden belki de söz etmeli. ’Eğer’ sevgi, ’Çünkü’ sevgi ve ‘Rağmen’ sevgi… ’Eğer’ sevgi, pazarlarda bütün tezgahları istila makamında, hem ucuz hem alıcısı çok hem satıcısı memnun ve mutlu.
’Çünkü’ sevgiler süslüyor zengin semtlerin vitrinlerini. Baharlar açmayan alınlarda tebessüm için bir elif miktarı yer arıyorlar kendilerine. Dudağında söylenmemiş sözlerin izi kalmıştır ‘Çünkü’ sevgilerde.
Rahimlerde rahmet taşıyan annelerin sevgisi bir de ‘Yetim’in yetime şefkati gibi sevgi kalıyor bütün bunlardan geriye. ‘Her şeye rağmen’ sevgiler. Umarsız, çıkarsız mavera sevgiler. Susuzluğumuza su, açlığımıza aş, ekmeğimize katık, soframıza bereket, sadrımıza şifa, suskunluğumuza ses, sesimize eş sevgiler.
Sevdiğinin sevdiğini sevmek de sevgiye dahildir saflığında bir sevgi. O kadar çok ‘var’ ın var ki ‘yok’ a yer yok varlığında denebilen bir sevgi. İnsan sevdiği ile çay içince ‘saçları çabuk uzarmış’ naifliğinde bir sevgi. Umut dalgalar gibidir, başını alıp nereye giderse gitsin ‘dönüp geleceği yer kendi sahilidir’ hayaliyle çiçeklenen, gamzelenen bir sevgi.
‘Seni bir sahilde bekliyorum ey Sevgi, ey Yâr’ diye haykıran ‘vefa’ makamında bir sevgi. ‘Bir rüzgar gelip saçlarımı dağıtacak diye göçmen kuşların bir gün yuvasına döneceğini varsayarak sırf bu yüzden işte sırf bu yüzden yüreğinin deltasına sığınarak kırlangıç büyüklüğündeki yüzünün sahilini mesken tuttum’ kırılganlığında bir sevgi.
’Yağmurum diyerek seni bir gülün yaprağına değercesine kelebeğin kanadını tutarcasına ve yeni doğmuş bir bebeğin yanağına dokunur gibi sevdim duruluğunda’ bir sevgi. ’Oysa hiç dokunamadım kirpiklerine gözlerindeki kırlangıçları ürkütmemek için, seni düşlerken kapatmadım göz kapaklarımı gittiğinde her yer karanlık oluyor’ diyen yürek berraklığında bir sevgi…
Suskunluk lâl olmaktır özgürlük gibi değil. Yasemen kokulu ülkem, yüreğe kor ateş gibi düşen şebnem, ılık iklimim. Ah özgürlük! Özlemek seni, özgürce özlenen günleri. Başımı göğsüne yaslayıp ağlasam, dokunup doygun damarlarına demirden dağlar gibi özgürlüğün. Gül yüzüne çiğdem düşmüş sevdiğim, gül yüzüne şebnem düşmüş sevdiğim. Özgürlüğüm… Özgürlüğüm… Özgürlük kadar sıcak, özgürlük kadar çoğul, doğurgan ve anaç bir sevginin hasretinde, tutsaklığı kalplerin.
Umarsızım yollardayım avuçlarım cam kırıklarıyla dolu. Gül açmaz baharlarda, layüs’el duvarlardan su sızar nefes sızar da yol olup seğirtmez sözlerim. Tek bir soru kalır koynunda yüreğimin; Niçin yıldızlar hep aynı yöne götürür beni? Işıtanı olmaz da düşlerimin. ‘Umarsızım yollardayım, avuçlarım cam kırıklarıyla dolu’ ağıtlarıyla gecenin sessizliğine bin bir dilde lisan-ı hâl olan hüzne ayarlı sevgi.
‘Hayal bilgisi’ yerine ‘hayat bilgisi’ okutulan okulların her yıl zımparalanan sıralarına çakı bıçağı ile kazınarak yazılan bir sevgi. Oysa bilinmez ki hiçbir zımpara, yüreğe yazılan yazıları silmez ve düzeltmezdi.
Zamana direniyor şimdi sevgi, bütün ünlü harfleriyle, oysa ünsüz harfleri sessiz ‘sevgi’ kelimesinin, eşlik etmeye mecali kalmadı takati kesilen eşanlamlı sözcüklerinin.
Düş olmaktan çıkıp düş üstüne kelimelerimin, şebnemi ol yüreğimin zira ölüm ibret alınmayacak kadar yakışıksız duruyor bu çağda. Kuşat beni ey sevgi, sarmala. Gölgene muhtaç insanlık, ey sevginin sahibi!
İncire ve zeytine yemin olsun ki hatırla her an seni zikredeni, aşkı damarlarına zerk edeni. Evradın evradı olsun kutlu çağa muhalif bütün dillerin. Ağızlar, akıllar, ekranlar, kalemler şimdi yangın yeri.
Yetim gibi kuşat bizi Ey Sevgi’nin Sahibi!
03 Nisan 2016, 21:54
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Bir sevgi buldum her derde deva
Muhtaç etmesin bizi Hüda
Dertlere deva Hz. Mevla