İsmet ÖZEL Amentü şiirinde; “Dilce susup/bedence konuşulan bir çağda/biliyorum kolay anlaşılmayacak” diyordu meramını anlatırken sitemle karışık bir hayıflanmayla. Ortamın gergin, ortalığın toz duman olduğu, fikirlerin avurtlarının çöktüğü bir zamanda konuşmak zordur yalın kelimelerle. Oysa zor zamanda konuşmak, sözün sahibini ve hatibini kahraman da yapabilir hain de.
Buna karşın bu hengâmede ÖZEL, Mazot adlı şiirinin dibacesi ile yetişiyordu imdadımıza. “Ağlamadan/dillerim dolaşmadan/yumruğum çözülmeden gecenin karşısında/şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı/üzerime yüreğimden başka muska takmadan/konuşmak istiyorum.” diyen, riyasız, ivazsız, ödünsüz, çıkarsız haykırabilen kahramanlara her zamankinden daha çok muhtacız bugün.
Yalın kalpler arıyor kalplerimiz tutunmak için, yalın sözler arıyor kollarımız sarınmak için. Makamın “de” halinden, dikey yükselimlerin “e” haline, finansın “i” halinden insanlığın “den” haline varıncaya dek, ismin bütün hallerinden sıyrılıp cismini ve cüssesini uhrevi kaygılara adayan, dünyevi beklentileri elinin tersi ile iterek yalın ve sıradan bir “kul” olmayı gaye edinen yiğitlere harman yeri yapmalıyız gönlümüzü.
“Sıradan bir kul” kavramı yabana atılır bir tanımlama ve sınıflandırma değildir aslında dini literatürümüzde. Hz. Musa’ nın yol arkadaşı olan ve Hızır (a.s) olduğu kuvvetle muhtemel, dilden dile rivayet edile gelen peygamber yârenine, Yaratıcı’ nın verdiği sıfattır ‘Kullarımızdan bir kul’ (18/65) sıfatı. Bu itibarla hiçbir makama, apolete, rütbeye, akademik kariyere ya da sınıfsal üstünlüğe tercih edilemeyecek kadar kıymeti haiz bir ön addır ‘kul’ olmak.
İsra mucizesinde bir gece yolculuğu ile iki kutsal mekân arasında henüz mahiyeti dahi çözümlenemeyen bir yürüyüşle yürütülen de yine insanın en yalın hali olan “kul” dur. (17/1) Bir başka yönüyle, Kelime-i Şehadet ile formüle edilen ve Müslüman olmanın ön koşulu olan ifadede tanıklık ettiğimiz, önce “kulluk” sonra seçilmiş elçilik/peygamberliktir.
Bu itibarla edebiyatımızda Kul Nesimi, Kul Ahmet, Kul Himmet gibi “kul” mahlasını kullanan pek çok ozana rastlamak mümkündür. Arapça ve Farsça’ da olumsuzluk, hiç ve ‘yok’ anlamına gelen Nâ ve Bî ön adlarından kendine mahlas üreten ve Divan Şiiri’nde ‘Tefekkür’ edebiyatı çığırını açan Yusuf Nabi’yi de unutmamak gerekir.
Şişirilen egolar, bilgiçlik makamından nağmeler, hançeresine fazla mesai yaptırmayı maharet sayan gırtlaklar, ‘vurdu, gol oldu’ mantığında gezinen ulema kisveli suretler kaplıyor ekranlarımızı, kuşatıyor küçülen gözbebeklerimizi; dolu buğday başakları, gövdesi ırmağa düşen, alnı toprağa meyleden söğüt dalları gibi ‘sıradan kullar’ ın yerine.
Çağ zehirlenmesi ile malul/illetli zihinlerimiz birincil ön adımız olan ‘kul’ olmayı unutturdu bize. Kul olmanın yerine köle olmayı ikame ettiğimiz için belki de. Sırf bu yüzden zor zamanda konuşmayı deneme yerine, ölçüp biçerek susmayı tercih ettik. ‘Dilce’ lehçesinden sarf-ı nazar edip ‘Bedence’ lehçecine yöneldik.
Dil ehli olmak hakkı konuşmayı, gönül ehli olmak Hakk’a karşı susmayı gerektirir. Haksızlık karşısında susmak köleliğin, hakikat uğruna hakkı haykırmak hakiki kulluğun gereğidir. Susmanın eşiğinde Aşık Hüdai yetişir belki imdada ve merhem olur fikir yarasına insanlığın.
“Bekle dost kapısın sadık dost isen
Gönüller tamir et ehli dil isen
Sevda sahrasında Mecnun değilsen
Ne Leyla'yı çağır ne çölü incit”
Gâh Uhud gibi temkinli, gâh Hudeybiye gibi sabırlı, gâh Mekke’nin Fethi gibi mütevazı, gâh Hayber gibi heybetli, bazen de Medine Sözleşmesi gibi kuşatıcı ve kucaklayıcı olmayı bilmenin, asgari ilmihal bilgisine eşdeğer olduğunu da akıllardan çıkarmamak gerek.
Derlenmek, dertlenmek, derslenmek gerek. Eliyle, diliyle düzelten, kalbiyle buğz eden kul olmak gerek. Bazen dünyanın gözünün içine bakarak; ‘Dünya Beş’ten büyüktür’ diye haykırmak, bazen bastığınız toprak dışında bütün dünyayı karşınıza alıp, işaret parmağınızı bir namlunun ucu gibi doğrultarak, muhatabınıza kendi dilinden ‘bir dakika’ diyebilmek gerek.
Mazlumların, mustazafların, mahcupların sesi, toprakları ‘çıkar’ çölüne, yurtları kan gölüne dönüştürülenlerin umudu olmak için söz olup, ses olup yağmak gerek, ebabil olup zulmedenlerin korkularının üstünde haşmetle ama haşyetle uçmak, hücre hücre Cerablus olmak gerek.
Sözün hülâsası; zordur, zor zamanda kul olmak, kolay değil zor zamanda konuşmak.
Hüseyin ÇOLAK
Ankara- 01 Eylül 2016
- - - - -